* Son dönemde herkesin “alındığı” malum. Şimdi aklıma
geldi, “alınmak” kelimesi de ilk akla gelen anlamını değiştirdi. Yani
genellikle “incinmek” anlamında kullandığımız “alınmak”, şimdi daha çok, bir
sabah polisler tarafından gözaltına alınmayı çağrıştırıyor.
Son dönemde müvekkillerimden alınma korkusu yaşayan insanlar
da olduğu için, bu durum bende de bir “alınma kaygı bozukluğu” oluşturuyor
ister istemez. Diyelim ki yurt dışındayım (mesela şu an öyleyim), ya “Ertesi
sabah benim adam alınırsa, bu durumda ne yaparım?” düşüncesi oluşuyor müdafi
bünyemde. Şehirdeki ilk gün, şehirde esas yapmak istediklerimi tamamlama isteği
oluşuyor ister istemez; erken uçak biletlerine bakıyorum böyle bir durum olursa
diye. Hafta sonu olmuşsa, “Artık hafta sonu da almazlar herhâlde.” diyorum;
sonra “Ama daha önce almışlardı, belli olmaz.” diye düzeltiyorum bu durumu. Bir
gün geçince tamam diyorum, bugün geçti: Hemme’nin öldüğü günlerden biri
gibi, müvekkilin alındığı günlerden biri durumu. Yurttaysam da, işlerimi
randevularımı düşünüyorum; “O gün vize randevum vardı, umarım almazlar”. “O gün
araç muayenesi var, umarım almazlar”. Bu bir süre böyle gideceğe benziyor.
Bu bir rahatsızlık çok net, aşmaya çalışıyorum. İtiraf.com…
* Susurluk
olayı, geçen orada bir dinlenme tesisindeyken aklıma geldi. Malum kazanın
gerçekleştiği yer de Balıkesir-Bursa karayolunda, dinlenme tesisinin orada bir
yer. İlgili “derin” şahıslar Kuşadası’nda kalmışlar, İstanbul’a giderken kaza
geçirmişler. Susurluk çok söylendiği ve “Susurluk olayı” olarak anlatıldığı
için Susurluk’a ayıp edildi gibi geliyor bana. Şahısların Susurluk’la ilgisi de
yok, Susurluk’ta Susurluklularla işlenen bir suç da yok. Sadece yol oradan
geçiyor. Dolayısıyla Susurluk’a ayıp oldu, o ayrana da yazık oldu.
Levent Kırca’nın bir bilgi yarışması parodisi vardı, aklıma
da sıkça gelir. Sorular hep olaylarla ilgili; Susurluk, Diyarbakır, Sivas
(Madımak). Levent Kırca da yaşlıca adam, olaylardan ziyade o şehirlerin gerçek
özelliklerini biliyor, ayran, karpuz, türküler gibi. Dolayısıyla soruları
yanıtlayamıyor.
Silivrililerin de veryansını vardı ve cezaevi bu nedenle “Marmara”
olarak değişti. Ki bu yersizdi bence. Susurluk’unki daha bi’ mağduriyet.
Cezaevi neredeyse oranın adı verilir çünkü; kızacakları, ülkeyi yönetenler
olsun.
Bu arada, Susurluk dönemi genius muamelesi çekilen,
Selim diye bir çocuk vardı, program bile sundurmuşlardı çocuğa, yaşlarımız da yakındır.
Ne oldu acaba ona? (Baktım şimdi, yürümüş adam, bravo ne diyelim).
* Çoğu zaman, plan yapmak (ama böyle uç, bulutlara
vardıracak planlar değil, normal planlar), o planların icralarından daha güzel
oluyor. O durumda sadece plan yapmak daha iyi sanki. Yani plan,
gerçekleşmesinden daha haz veriyorsa, plan yap geç, ne bileyim… “Plan yapmak”
deyince de aklıma ister istemez bir kişi geliyor. Hay s.çayım bu düzene (“ı”
yerine nokta koydum, böyle de kibarım)…
* Nikahımızda çekilen bir fotoğraf, aile
büyüklerimden biri tarafından yıllar önce Facebook’a koyulduğunda, tabii
ki yorumlar yağmıştı. “Ay canlarım”lar, “Allah mesut etsin”ler, “Bir yastıkta
kocasın”lar, “Ne yakışmışlar”lar; bunlar önemli değil, sıradan. Hâlâ bende yer
edinen bir yorum var, o da şu: “Tanımıyorum ama mutluluklar”.
Teyzem be… Kusura bakma kendimizi tanıtamadık sana,
anlatamadık kimiz, neyiz. Affına sığınıyoruz. Ama sen de ya bir şey yazma ya da
mutluluklar de geç ne bileyim.
Bir de; yine yıllar önce bu kez ruberu, bayramlaşma
esnasında bir teyze, ev sahibini ve çocuklarını selamlarken bana bakmış ve
“Bunu tanımiğim.” demişti ve selam vermemiş, elimi sıkmamıştı. Hâlbuki Allah’ın
selamıdır be teyzem. Biz de Allah’ın kuluyuz (72 dil bizdedir).
Bakmayın siz, büyüklerimiz bize saygı, düşünceli olma vs.
öğretmeye çalışırken, esas onlar düşüncesiz veya bana öyle geliyor. Onlar daha
bi’ aksi, daha bi’ gergin ayrıca. KVKK’dan haberleri de yok mesela. Hep bir
paylaşım, hep bi’ özele girmeye çalışmalar…
Serin günler…