9 Temmuz 2016 Cumartesi

Nezih Bir Abimizdin


Zeki-Metin denince akla gelen ilk yapı kuşkusuz Devekuşu Kabare'dir. Oyunlarının sadece ismini bilenler, yalnızca birkaç parodisine rastlayanlar olduğu kadar, oyunlarının repliklerini ezbere söyleyenler de az değildir. VHS veya Beta, video-kaset dönemimizin oyunlarındandır Devekuşu Kabare'nin oyunları.

Yasaklar, Aşk Olsun, Deliler, Reklamlar, Beyoğlu Beyoğlu vs...  Oyun isimlerinden de anlaşılacağı üzere bir konuyu işleyen parodilerden oluşan oyunlar, Haldun Taner, Turgut Özakman, Kandemir Konduk tarafından yazılan ve usta oyuncular tarafından oynanan bir resitaldi adeta, ki hala izlenir, paylaşılır, beğenilir.

Usta oyunculardan biri de şüphesiz Nezih Tuncay'dı. Onu Aşk Olsun oyununda "kız isteme" parodisinde kız babası, boşanma parodisinde damat "meşhur at Serhat"; Yasaklar oyununda "minik kelebek" parodisinde müfettiş, yasak aşk parodisinde Patron Abdulkadir'in hemşehrisi çaycı "Hazreti Hüseyin", Deliler oyununda apartman toplantısı parodisinde kendisine apartman yöneticisi rolü itelenen saf ve temiz yeni kiracı olarak izledik. Tabii ki sadece bu rollerde oynamadı. Ancak tüm rollerin hakkını ziyadesiyle verdiğini söyleyebiliriz, diğer rahmetliler Selim Naşit Özcan, Ali Yalaz gibi, birçok Devekuşu Kabare oyununun kraliçesi Nevra Serezli gibi, Selma Sonat, Sema Yunak, Cihat Tamer, Suat Sungur, Mustafa Uzunyılmaz, Özdemir Çiftçioğlu gibi...

"Usta oyuncunun büyük dramı" türü haberlerin ülkemizde maalesef klasikleştiği dönemde hastaneye kaldırılan Nezih Tuncay, birçok Yeşilçam ve tiyatro ustaları ve emekçileri gibi, hatta son dönemlerinde "dramlarından kaynaklı" abuk sabuk dizi ve filmlerde de oynayarak hayata gözlerini yumdu, Deliler'de, şu meşru "AKM'yi yıkma istekli" parodide eleştirdiği İslamcı, görgüsüz, paragöz kafaların propaganda dizi ve filmlerinde oynayarak aramızdan ayrıldı ve yine klasikleşen "usta oyuncuya büyük vefasızlık" başlıklı cenaze töreni ile toprak oldu, Bu ayıp, ülkemize yeter de artar bile.

Sen bizim nezih bir abimizdin Nezih Tuncay. Zeki Alasya'ya selam söyle, sizleri çok sevdik biz.

3 Temmuz 2016 Pazar

Sen Kimsin Ya?


Yaşın olmuş 38. Ocak 2017'de 39 olacaksın. Tutturmuşsun bir futbol, hala İtalya'nın kalecisisin. İlköğretimde sen kalede, lisedeyim sen kalede, üniversite, iş güç sen kalede. Bırakmadın gitti, ne üç direk sevdalısıymışsın kardeşim.

Çeyrek final penaltılara gitmiş, kurtarmışsın yine penaltıları filan. Bir de elenmeyi kendine açıklayamıyormuşsun. Almanlar bu kadar kaçırmış, siz niye atamamışsınız da elenmişsiniz. Bir de maçtan sonra gözyaşları filan... Yaşlı başlı adamsın bir de, rakipte oğlun yaşındaki Kimmich'ten utan. Dik dur oğlum biraz. Beceremiyorsan da bırak futbolu, seni izlemek zorunda mıyız?

Bizden örnek al en azından, biz bitti demeden bitmez oğlum. Turnuva takımıyız biz. Hatırlarsın (belki de hatırlamazsın, yaşlı başlı adamsın), sakatlığın dolayısıyla son anda kadrodan çıkarıldığın 2000 Avrupa Kupası'nda -ki ben o zaman 7. sınıftaydım- nasıl bastı Okan Buruk ama size? Unutamazsın bence o golü, travma yaşatmıştık size. Sizin şimdiki hoca Conte ve kurt forvetiniz Inzaghi'nin golleriyle yenmiştiniz, hatta kupada final oynamıştınız ama, biz bitti demeden bitmez oğlum, bunu hiçbir zaman unutma.

Hırvat arkadaşlarına söyle, onlar da bizi çok iyi bilir. Her türlü kabuslarıyız. Semih'in attığı golü unutamazlar. 1996 Avrupa Kupası'nda yendiler, 2012 Avrupa Kupası baraj maçında 3-0, 0-0'la elediler, 2016'da yendiler; ama unutamazlar bizi. Sen de Okan Buruk'u unutamazsın. "Kalede ben olsaydım o golü yemezdik" diye Carraralı hemşehrilerine dert yandığını bilmiyor muyuz sanıyorsun.

Maçtan sonra basın açıklaması yapan, takım arkadaşın Barzagli de ağlamış. Hiç utanma arlanma da yok sizde. Maçtan önce birbirinize sarılarak marş okumalar, gözleri kapatmalar filan. Bi' sizin ülkeniz iyi, biz g.tüz zaten değil mi? Mutfağınız pizza ve makarnadan ibaret, bi' de utanmadan ülkenizle gurur filan duyuyorsunuz, hep birlikte şarkı gibi marşlar söylüyorsunuz. IŞİD'li havaalanı saldırısında bize destek veriyorsunuz maç öncesi. Size mi kaldı?

Biraz Konyalı olun oğlum. Önce, ölenlere bir bakın, kimler ölmüş; iyiler mi, kötüler mi, vatan millet sevdalıları mı, bölücüler mi, ondan sonra koyun tepkinizi. Bi' b.ktan anladığınız yok, direkt alkış. Şakşakçılar sizi. Dik durun dik.

Maça gelince; iyi oldu size, zaten sırf sizin yüzünüzden 2. tura kalamadık. İrlanda'ya niye yeniliyorsunuz oğlum siz. Kimsiniz yaa? Ne güzel Çekleri yenip çıkıyorduk üst tura.

Ahımızda boğulursunuz işte. Biz bitti demeden bitmez.

Sie...

1 Temmuz 2016 Cuma

Sandalye ve Koltuk

90’lı yılların en popüler oyunlarından biriydi “sandalye kapmaca”. O döneme göre güzel müzikler eşliğinde sandalye sayısından bir fazla sayıda insan topluluğunun götüm götüm yürürken, hatta oynarken, müziğin kesilmesi ile birlikte sandalyelere oturmak için hücum ettiği ve oyunculardan birinin ayakta kalıp oyunu terk ettiği bir oyundu. Bir kişinin elenmesi ile bir sandalye azalır, yine sandalye sayısı + 1 kadar kişi müzik durana kadar oynar ve tek sandalye kalana kadar oyun devam ederdi. Her defasında oturabilen kişi de oyunu kazanırdı.
(Ara Not: Sürekli sandalyelere yakın duran tipler vardır ki o tipler, hemen müzik kesilir kesilmez sandalyeye oturabilmeyi hedeflerler. Minyatür kale futbol maçında kaleye yapışık duranla sandalye oyunundaki bu tip aynıdır veya yakın akrabadır.)
Sandalye kapmaca oyunu günümüzde pek oynanmaz. Ancak benzerini İstanbul Anadolu Adliyesi asansörlerinde görmek mümkündür. Özellikle salı ve perşembe günleri bu oyunun seyrine doyum olmaz. Zemin katlarda ve B Blok -4. katta karşılıklı dörder asansör, bazıları yukarıya, bazıları aşağıya gider ve sen diğer yarışmacılarla mücadele edersin. Tek fark müzik yoktur; ödül, duruşmana veya sair işine yetişmendir.
B Blok -4. kat dediysek; yerin dibinde güneşi göremediğiniz yer gelmesin aklınıza. Giriş kattır orası. Açık otopark için -4. kat, kapalı otopark için -2. kat, yayalar için 0. kat giriştir. -4’te güneşi görürsün; -2’de göremezsin. Bir başkadır benim adliyem.
Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nde ise metrobüsten gelenler için -2. kat giriştir, ana giriş ise -3’tür. “Ben zemindeyim Avukat Bey” diyenlere etrafında ne gördüğü sorulur, eğer etrafında ayak dinlendirme-masaj-kuaför-lostra varsa veya ortam icra dosyaları kokuyorsa -2’dir; müvekkilleriniz “valla karşımda iki tane büyük kadın heykeli var, gözleri bağlı halde duruyor” diyorsa -3’tür.
Hakim/savcı gibi “VIP” asansörün yoktur, beklemek zorundasındır. Onlar ise “ekspres otobüsler” gibi hiçbir durağa uğramadan, gidecekleri yerlere doğrudan ulaşırlar.
Aynı adliyede saat 10.40’ta bir mahkemede, 11.20’de başka bir katta, başka bir blokta başka bir mahkemede duruşman varsa ve saat 10.40’taki çok da uzun sürmeyecekse, ilk bakışta 11.20’dekine güle oynaya yetişebilmen gerekir. Ancak 10.40’taki bittiğinde 11.20’deki bu bitişten 1 saat sonra başlayabileceği gibi, 11.20’deki görülürken 10.40’dakine daha üç-beş sıra kalabilir. Her iki duruşmaya da girebilmek en az sandalye, yani asansör mücadelesi kadar önemlidir.
Avukat cübbe kuyruğu ile avukat/hakim/savcı/personel olmayanların adliyeye giriş kuyruğu yarışır. Her hafta 100 avukat aramıza katılınca ve her hafta 100 cübbe dikilmeyince böyle olur, normaldir. Çare cübbe almaktır. Çanta azıcık şişkin olur, ama bir aşamayı atlamış olursun.
Adliyede kaldığın uzun süre içerisinde tuvaletin gelir, insansındır. Ama hakim/savcı/”personel” tuvaleti ayrıdır; sen hukukçu veya personel olmayan şahıslarla burnunu tutarak tuvalete girersin, burnunu tutarak tuvaletten çıkarsın. Mübaşirin boku seninkinden daha kıymetlidir.
Fiziki koşulları geçtik, insani koşullara gelelim. Hakimler ve savcıların her insan gibi avukat/normal insan seveni sevmeyeni vardır belki; ama tümü her şeyden çok usule, yargı makamlarının, kolluğun hukuka uygun hareket edip edilmediğine önem verir. Bu meslektaşlarımız özellikle hukuka aykırı delillere karşı inanılmaz hassastırlar.
Hepsi kararlarında şu görüştedir; “Günümüzde ceza yargılamasının amacı, keyfi kararların verilmesi değil, maddi gerçeğe ulaşılmasıdır; fakat her şey rağmen ve ne pahasına olursa olsun maddi gerçeği elde etmek değildir. Yani ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla, sınırsız, hukuk kurallarına aykırı ve sanık haklarını hiçe sayan yöntemler izlenemez. Dolayısıyla ceza yargılamasına ters düşülerek elde edilen delillerin, yargılama makamı tarafından değerlendirmeye alınmaması gerekir. Çünkü bu deliller ‘hukuka aykırı delil’ olarak nitelendirilirler ve yargı makamının ‘vicdani delil sistemi’ndeki hareket sahasının sınırını teşkil ederler. Hukuka aykırı olarak elde edilen deliller, hukuka uygunluğun baştan sona süreceği ceza yargılamasında kullanılamazlar ve hükme esas alınamazlar.
Delillerin toplanması ile ilgili kurallardaki eksiklik veya hatalı uygulama, hukuka aykırılıklara ödün verilmesi amacıyla kullanılamaz. Cezalandırılabilme yetkisine sahip olan ve adli makamlar vasıtasıyla yargı kuvveti kullanan Devlet, bir başka erk olan yasama kuvvetini kullanan kanun koyucudan kaynaklanan eksik veya hatalı düzenlemeden veya idari makamların yanlış uygulamalarından yararlandırılmamalıdır”.
Yukarıdaki görüşten şüpheli/sanık hakları ile bireylerin temel hak ve hürriyetlerine ne kadar bağlı olduklarını anlamaktayız. Bu görüşün istisnası yoktur, tüm hakim-savcılar böyle düşünür. Bunun için sadece tek bir şart vardır; o da şüpheli/sanığın “uzuna yakın” olmasıdır. “Uzuna yakın” olduğunuzda aynen böyle gerekçelerle takipsizlik kararı alırsınız; uzuna yakın değilseniz, savcılığın hası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, emredici hüküm uyarınca yargılamada delil olarak kabul edilemeyecek önleme araması sonucu elde edilecek delillerle ilgili, “Önleme araması kararı da olsa sonuçta bir mahkeme kararı ile arama yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda, bu arama sonucu elde edilen delillerin ‘mutlak hukuka aykırı delil’ niteliğinde görülmeyip, ‘nisbi hukuka aykırı delil’ olarak kabulünde zorunluluk bulunduğu düşünülmektedir.” der, “hukuka aykırılık var ama mutlak değil, nisbi” der, “çok ihlal etmedik, az ihlal ettik” der, yani kısaca “karar var lan işte adama bak” der geçer. Bu deyip geçmeler ve usuli hassasiyetler için önemli olan uzun adama, yani koltuğa yakınlıktır.
Kısacası; adliyelerde güne sandalye yarışı ile başlar, koltuk yarışı ile günü bitirirsiniz. Oturamazsanız, oturturlar…