28 Kasım 2020 Cumartesi

Dolandırılma Korkusu

Ön Bilgi: Bu yazı da; tıpkı 14 Aralık 2019 tarihli “Alınamayan Laptop” gibi ne ülke ile ilgili, ne sanatla, ne sporla, ne de hukukla. O nedenle bu da etiketsiz bir yazı oldu. Belki bundan sonra üst başlıklara “Sevgili Günlük” gibi bir şey eklemek mümkün olabilir. Bu yazı da “Alınamayan Laptop” benzeri, bir “sevgili günlük” yazısı…

 

Belki de meslekten kaynaklı olarak var bu dolandırılma korkusu bende. “Dolandırılmış lan, bir de avukat olacak” derler diye herhalde. Halbuki hocaların hocası Erdener Yurtcan dolandırıldı, yakın zamanda da hukukçu değil ama yine hocaların hocası Seyfettin Gürsel dolandırılmış. Dolandırılır insanlar, olur yani. Ama dolandırılma korkusu bende baki; fâni değil. Örneklendirelim.

* * *

Sonradan dâhil olduğum, on yıllardır futbol oynayan bir halı saha ekibinde yıllardır uygulama, bir takımın Dortmund, bir takımın Arsenal forması giymesi yönünde. Amaç ulvi; yelek giymemize gerek kalmayacak. Maç öncesi kimin hangi takımda oynayacağı belirlenecek, herkes ona göre o formayla gelecek maça. Ekipte benden başka neredeyse herkesin bir sarı Dortmund, bir de kırmızı Arsenal forması var. Neden Dortmund’la Arsenal? Sanıyorum Puma formaları daha ucuz diye. O dönem iki formayı birden Puma yapıyor. Herkeste de o forma var. Daha sonra alanlar formaların güncel hallerini alıyor tabii, ama formaların genel ve baskın renkleri belli. Daha sonraları sarı Fenerbahçe forması veya kırmızı Liverpool, Galatasaray formaları, hatta Arsenal’in sarı formaları da giyildi; ama genelde sistem belli. Dortmund’la Arsenal formaları olacak. Bir takım sarı ağırlıklı, bir takım kırmızı ağırlıklı giyecek. Kadrolar açıklanırken zaten Dortmund, Arsenal diye açıklanmıyor; sarı takım, kırmızı takım diye açıklanıyor.

Ben de o formaları almak istiyorum; malum, ekibe ayak uyduralım. Ancak son derece pahalılar. Outlet’lere bakıyorum, güncel olması şart değil çünkü formaların, ancak orada da pahalı. Bir site buluyorum, belli ki formaların orijinal hâlleri değil, ancak işçilik iyi gözüküyor. Formaların çakmasını giymeyi sevmem, ancak sonuçta Dortmund’la Arsenal formaları. Arsenal’i zaten pek sevmem (Bergkamplı, Henryli dönem hariç tabii), Dortmund’a sempatim var, ama “gerçeğini alayım Şanlı Dortmund para kazansın” derdinde değilim. Emine Erdoğanvari bir hareketle veriyorum iki çakma forma siparişini. En geç 4-5 güne gelir herhalde diyorum. 10 gün oluyor gelmiyor, sitede yer alan ve Whatsapp’ı olan numarayla yazışıyorum. “Bu hafta gelmez mümkün değil” diyor adam. O hafta geçiyor, “bu hafta da gelmez, bir sonraki haftaya kalır” diyor. Neden haftalık konuşuyor bilmiyorum, herhalde dolandırıcı diyorum. Arkadaşlarıma soruyorum, “dolandırıldın sen” diyorlar. “Vay be bu bana yapılır mı” diyorum, ama adamla yazışmaya da devam ediyorum ileride soruşturma dosyasına sunarım diye. O sonraki hafta dolandırıcı adama soruyorum, “herhalde bu haftaya yetişir, kargoya verilir bakayım” diyor. “Kargoya verildi mi” diye soruyorum sonra, “evet verildi” diyor. İkna olmuyorum, kargo bilgilerini istiyorum adamdan.

Gün gün, saat saat kargomun yolculuğunu takip etmek ayrıca keyif verir bu arada şahsıma. Hatta UPS’ten gelecek kargoma sokak sokak bakmışlığım bile vardır: “Hayda, niye Nuhkuyusu’na geçti ki bu, Oymacı Sokak’tan dönseydi Kuşbakışı’na, ne oluyor lan?”

Sipariş üzerinden bir ay geçiyor, bu arada başkalarının Arsenal veya Dortmund formalarını giyiyorum. Neyse kargo numarasını göndersinler, anlaşılır durum diyorum. Kargo numarası geliyor, bakıyorum formanın gönderildiği yer yurt dışı. Formalar Tayland’dan geliyormuş, ondan adam bilgileri haftalık veriyormuş. Haftalık toplu gönderiliyormuş formalar. 1,5 ay sonra kavuşuyorum formalarıma, dolandırılmamış, ucuza formaları almış oluyorum. Formalar da fena değil; ancak Arsenal’in malum kırmızısı takımdaşlarımdan farklı olarak bordoya yakın, onlar kırmızı ben bordo, çıkıyorum sahaya Elazığspor gibi. Olsun, yemişim Arsenal’i, dolandırılmıyorum.

* * *

Birkaç ay önce telefon operatörümden arıyor bir çalışan, “sizin taahhüdünüz bu ayın bilmem kaçıncı gününde bitiyor, şu paketlerimiz var şöyle şöyle, daha da avantajlı oluyor” diyor. Ben operatörle anlaştığım ayı hatırlıyorum, hiç de “güz” bir havası yoktu. “Ben öyle hatırlamıyorum” diyorum, “yanlış hatırlıyorsunuz” diyor görevli han’fendi. “Lan şimdi niye bana sert bir üslup takındı ki bu” diyorum içimden, kesin dolandırıcıdır diye düşünüyorum. “Tamam yenileyin kabul ediyorum” diyorum. Peşine kredi kartı bilgilerimi vs. sormalarını bekliyorum veya en azından “telefonunuza şifre gelecek onu söyleyin” diyecek, ben de küfredip “yemiyorum ulan numaralarınızı” diyeceğim, savcılığa şikâyet edeceğim. 10 saniyede aklımdan geçenler bunlar.

Sonra “tamam efendim paketinizi yeniledik, iyi günlerde kullanın” diyor han’fendi, sonra peş peşe 10 mesaj geliyor telefonuma. Biliyorsunuz bir paket yenilenince en az 10 farklı mesajla kutlanır bu mevzu. Acaba başka paketlere baksa mıydım diyorum; sonra diyorum ki, yemişim başka paketleri, dolandırılmıyorum.

* * *

Her fâni gibi bir Covid-19’luya temas ediyorum. Çok az temas ediyorum ama, aradan zaman da geçiyor hatta, yine de “Hayat Eve Sığar” diyor ki, sizi yakaladık, on dört gün evdesiniz, karantinadasınız. “Keşke Hayat Eve Sığar, sadece beni değil, diğer temaslıları da sığdırsa” diyorum, on dört günün tamamlanmasını bekliyorum.

Bu on dört günü beklerken test yaptırmam mümkün değil, zira test yaptırmam için evden çıkmam ve hastaneye gitmem lazım. Eve yakın hastaneye soruyorum, “evden çıkamazsınız, biz de evlere gelmiyoruz” diyor görevli abla. İnternetten uzun uzadıya araştırıyor ve bir yeri buluyoruz, kapıda test yapıyorlar. Önce telefonda konuşarak, sonra Whatsapp üzerinden yazışarak randevulaşıyoruz. Bir yandan da güvenilirliklerini sorguluyorum. Sağlık Bakanlığı’nın sitesinde yazılı test yapan yerler arasında yoklar. Soruyorum bu durumu ilgili adama, “Bilmemne Laboratuvarı olarak gözüküyoruz” diyor. Bakıyorum, o laboratuvar ismi de yok, bununla birlikte Sağlık Bakanlığı sitesindeki güvenilir liste güncel değil. Herhalde güncellenmedi diyorum. Bunalmışım tabii, “On dört gün çıkamazsın ama pozitif misin negatif misin bilemezsin” gibi bir durum olduğu için, “bir test yaptırayım da, yemişim Bakanlığı, zaten çıkamayacağım” diyorum kendime. Kendimi ikna ediyorum. Belirttikleri saatten de önce, “evde misiniz” diye arayarak geliyor bir çalışan. Evdeyiz, bakkala gidemiyoruz Sayın Testçi.

Çalışan geliyor kapıya, sandalyeye oturuyorum evin girişinde. Yapıyor testi, TC Kimlik numaramı alıyor, gidiyor. Ödeme? “Bilmemkim Bey’le halledersiniz” diyor. Soruyorum Bilmemkim Bey’e, IBAN veriyor. Gönderiyorum parayı, “e-nabızda çıkmadı yalnız testim” diyorum, “daha laboratuvara gitmedi” diyor, “tamam” diyorum.

Bir yandan evden çalışırken (kamu spotu: evde de olsanız çalışın), yarım saatte bir de e-nabzıma bakıyorum işlediler mi acaba diye, işlemiyorlar. Nabzım atıyor, e-nabzım atmıyor. “Bunların laboratuvarı nerede ki benim evimden laboratuvara götürüp kayda geçiremediler bir türlü” diye düşünüyorum (orada da hafiften takip ediyorum testçi ağabeyi).

Gece oluyor, yatmadan önce yine bakıyorum, yine e-nabızda tık yok. Sabaha karşı uyanıyorum, kısa uyanma hâli. Bakıyorum e-nabza, işlemişler. Huzur içinde uyuyorum. Test sonucu belli değil, ama en azından test yaptırdığım belli.

Ertesi gün geliyor, sonuca bakmaya devam. Yine de içimde bir dolandırılma telaşı, çünkü Bilmemkim Bey’in bana söylediği laboratuvar ismi ile e-nabızda geçen laboratuvar ismi farklı. Sebat ediyor, yine yarım saatte bir kontrol ediyorum. Bir yerden duyuyoruz ki, gece 10.30 gibi yüklerlermiş sisteme. O nedenle akşam yemeğinden gece 10.30’a kadar bakmıyorum. Saat 10.30 oluyor, bakıyorum: test sonucum negatif!

Sonra Bakanlığın güncel test listesine ulaşıyorum, e-nabızda geçen laboratuvar ismi orada varmış zaten.

Hem negatifim hem dolandırılmıyorum.

* * *

Esasında ilk dolandırılma korkum, sanal âlemin hayatıma girdiği 1998, 1999 yılında filan oluyor sanırım. O zaman gireceğimiz site sayısı kısıtlı. “Number One” diye o dönemin meşhur bir dergisi var, onun web sitesine nedense abone olmak istiyorum. Oluyorum abone. Daha sonra “ben ne yaptım arkadaş” diye düşünerek onlara hayatımın ilk e-posta adresi olan fenerlierto@dostmail.com'dan (adres ismine gülmeyin) e-posta döşüyorum. Oradan yazıyorum Number One dergisinin iletişimindeki e-postaya, uzun uzun. Benim param yok da, öğrenciyim de, yanlışlıkla abone oldum da, derginizi ben zaten bulur okurum da… Sonra bir haber gelmiyor tabii.

Ama zaten nasıl para kaybedebilirim, ona kafa yoracak bilgi ve birikimde değilim. Sanal âlem bu, yeni hayatımıza girmiş. Ne kredi kartı bilgisi verdim, ne başka bir şey yaptım. Herhalde fatura yüklü gelecek, Number One’ın parasını bizim internet faturasından kesecekler, diye bir kafadayım. Olsun, hiç alakam yok ama, yine dolandırılmamışım işte.

* * *

Ülkemiz şartlarında dolandırılmadığımız gün yok gibi bir şey ama olsun, en azından Türk Ceza Kanunu’na göre dolandırılmıyorum, buna da şükür.

Evde kalın, valla…