26 Ağustos 2023 Cumartesi

Marmara'da Bir Gün


 

Hemen ön bilgi: “Marmara’da” değil, “Silivri’de Bir Gün” olacaktı başlık; ama Silivrililer incinmesin diye Marmara yazdım. Silivri’de bulunan ceza infaz kurumuna Silivri adı verilmesine içerleyen yurttaşlarımız, cezaevinin adı Marmara olarak değiştikten sonra, bu başlık sayesinde bir rahat nefes daha alır diye düşünüyorum. Biz de şimdi cezaevine giderken, “Marmara’ya gidiyorum.” diyoruz, Silivri çıkmıyor ağzımızdan. Çünkü 1,5 saat yol da gitsek, orası Marmara, gitmesek de Marmara’dayız tabii; ama olsun. Olması gereken, Silivrililerin cezaevi ile anılmamaları. Mesela Silivri Cezaevinin adı en baştan Marmara olsaydı, hiç Silivri demeyecektik, hep Marmara diyecektik oraya. Esasında keşke cezaevini Marmara Denizi’nin tam ortasına koysaydık da, gönül rahatlığıyla Marmara Cezaevi diyebilseydik. Olsun, yine de diyeceğiz, ağzımızdan kaçsa da. Çünkü mesela “Duruşma hangi adliyede?” diye sorulduğunda, Çağlayan demeyiz biz, çünkü adliyenin adı Çağlayan değildir. İstanbul’dur. Nereye yolculuk dendiğinde, “İstanbul’a gidiyorum.” deriz. Burada da artık aynı durum oldu neyse ki, Silivrililer rahat etti. Evet, “Marmara’da Bir Gün” yazı başlığımız. Hukuku tam da ilgilendiriyor mu bu yazı, emin değilim. “Öyle” kısmına daha da yakışır gibi, o nedenle “öyle” bir yazı oldu bu. Başlıyoruz.

 

Müdafii olduğum bir tutukluyu ziyaret için Marmara’ya doğru yola çıktım (Bakın nasıl Marmara diyorum). Gitmeden önce ofisten bana, “Şu kişileri de görür müsün, şu şu havadisleri iletir misin?” dediler, “Görürüm, iletirim.” dedim, görmemek, iletmemek mümkün değildi. Hazır o kadar gitmişken Marmara’ya.

Kendi görüşmemi yaptım bilmem kaç no’lu infaz kurumunda. Sonra da ana yere döndüm, bu kez başka bir bilmem kaç no’lu infaz kurumunu görebilmek için. Cezaevini bilmeyenler için söylüyorum (Şey gibi, radyoda maç anlatan spikerler eskiden, stadı bilenler için söylüyorum derlerdi): Cezaevinde otoparktan sonra biraz yürünür, ortak bir yerde baro servisi beklenir, servis de sizi kaç no’luya gitmek isterseniz oraya götürür. Çok no’lu birim vardır çünkü cezaevinde. Çoğu zaman, hangi no’luya giderseniz gidin, çok beklenir servis. Daha da çoğu zaman, siz o no’luda yaptığınız görüşme sonrası ana yere yürümek zorunda kalırsınız. Ama bazı no’lulardan veya bazı no’lulara yürümek mümkün olmaz.

Neyse kendi no’lumda görüşmemi yaptım, girişe döndüm. Araya öğle arası girdiğinden ve servisler ara verdiğinden, öğle arasının bitmesini bekledim. Ara bitince otoparktan ana yere geri döndüm ve baro servisine binerek başka bilmem kaç no’luda şahısları görmek için yola koyuldum. O başka bilmem kaç no’luda “Ziyaretçi Kabul Merkezi” olarak adlandırılan yerde kayıt işlemlerimi yaptırdım, bana orada avukat görüşme odalarının dolu olduğu, biraz beklemem gerektiği söylendi. 1 saate yakın meslektaşlarımızı bekledim, sonra tutukluların/hükümlülerin kaldığı yere aldılar beni.

Yine stadı bilmeyenler için söylüyorum; kayıt yaptırdıktan sonra, ceza infaz kurumuna, yani tutukluların hükümlülerin kaldığı yere geçersiniz, oraya geçmek için de bir müddet yürürsünüz. Yani iki ayrı binadır o.

Ziyaret gerçekleştireceğiniz o binaya girmeden önce kemer çıkarılır, ötüyorsa ayakkabı çıkarılır, ayrıca orada araba anahtarı, güneş gözlüğü, sigara paketi, dolma kalem vs. maddeler bırakılır. Ben de araba anahtarımı -ki kendisine, neye benzediğini göstermek için yazı başlığının altında yer verdim (Şimdiye kadar, “Araç anahtarı ne alaka lan?” demiş olabilirsiniz)- görevliye verdim, görevli de X-Ray cihazının bulunduğu yerin üstüne bıraktı.

Beni görüşme odasına aldılar, görüşme odasında da ayrıca, yaklaşık 45 dakika bir tutukluyu, sonrasında 15 dakika başka bir tutukluyu bekleyerek, toplasanız 15-20 dakika süren görüşmeleri gerçekleştirdim ve yaklaşık 1,5 saat o bina içerisinde, toplamda 2,5 saat de başka bilmem kaç no bünyesinde kalmış bulundum.

Çıktığımda araç anahtarımı almaya yeltenirken, baktım üç tane aynı tip, Renault marka araçlara ait anahtar. “Hangisi benimki?” diye sordum; “Vallahi şimdi söyle söyleyelim”, “Bilemedik”, evele gevele vs. vs. 1-2 dakikalık gerilim yaşandı. Solda bir araç anahtarı, sağda bir araç anahtarı, ortada bir araç anahtarı. Yalnız ortadaki anahtarın hemen sağına ve soluna bitişik şekilde güneş gözlüğü ve sigara paketi konuşlandırılmış; bu iki madde, araç anahtarını korumaya almış yani. Demek ki o saf dışı. Yani ortadaki araç anahtarının sahibi kimse, aynı zamanda sigara paketi ile güneş gözlüğünün de sahibi. Ya soldaki benim bu durumda ya sağdaki. Koyan da ben olmadığım için, hatta koysam da yerini değiştirebilecekleri için, net bir şey söyleyemedim. Anahtarım için “Nasıl bir şeydi?” diye sordular, “Böyle bir şeydi.” diye üçünü birden gösterdim. “Yani var mıydı belli bir çiziği?” vs. diye sordular, “Hiç o gözle bakmadım.” diye yanıtladım. Bir yandan da baktım, “Hakikaten var mıydı onun belli bir defosu?” diye, ama o defolar bana tanıdık gelmedi. Sonra aklıma bir fikir geldi, araç anahtarlarının pillerine bakmak. Burada soldaki araç anahtarının pili Duracell, sağdaki araç anahtarı hiç bilmediğim bir markaya ait. Evreka şeklinde aldım Duracellli, soldaki anahtarı. Zaten diğerine hiç ısınamadığımı söyledim içimden. Duracellliye de, “Bu kadar çizik yoktu yahu benimkinde.” diyerek şüpheyle baktım bir yandan. Bu arada o başka no’lu ikinci binadan çıkarken görevliler bana, benim anahtarımın hangisi olduğunu tespit için kamera kayıtlarına bakacaklarını da söylediler servis gelene kadar. “İyi bari.” dedim. Ziyaretçi Kabul Merkezine döndüm, servis bekledim. O başka no’ludan ana yere yürümek mümkün değil bu arada. Diğer başka no’lular daha yakın ve yürünesi. Derken servis geldi, tam bineceğim, bana dediler ki Ziyaretçi Kabul Merkezinden: “Binmeyin, sizin anahtar o değilmiş”. Koşarak indim avukat görüşmelerinin yapıldığı binaya. Oradaki görevliler “Biz öyle bir şey demedik, sadece kamera kayıtlarına baktık, sizin anahtarınızın nereye koyulduğunu tespit edemedik, siz vermişsiniz, biz koymuşuz, ama sırtınız dönük, nereye koyulduğu belli değil, koyulup koyulmadığı bile anlaşılmıyor.” dediler. Hatta pişkince “Anahtarı vermemiş olabilir misiniz?” diye sordular. “Ne münasebet!” dedim. O zaman ortada dört farklı Renault anahtarı olacak. Renault Kapalı Cezaevi mi orası?

“Neyse tamam.” diyerek çıktım servis bekleme yerine. Önceki servis de kaçmış bulundu tabii o sırada. Bu sırada güzel haber geldi; diğer, yani sağdaki anahtarın sahibi de görüşmesini bitirmiş, servis bekleme yerine geliyormuş. Dedim “Tamam o zaman, bitti bu iş”.

Yüzü Tarık Akan’ın yaşlılığına, “Koçum Benim” zamanından bi’ 10 yıl sonraya benzeyen, uzun boylu, saygıdeğer olduğu hâlinden tavrından belli meslektaşım bana doğru yürüyüp, “Renault sahibi siz misiniz?” diye sordu. Bugüne kadar hiçbir meslektaşım bana, “Renault sahibi siz misiniz?” diye sormamıştı. “Evet benim.” diye gülümsedim. “Tamam o zaman.” dedi, “İşi garantiye aldık”. “Araçtan memnun musunuz?” diye sordu, “Memnunum ancak kilometresi biraz fazla oldu, değiştirmeyi düşünüyorum artık.” diye yanıtladım. “Ben çok memnunum.” dedi, baro servisi geldi, bindik. Bir an için anahtarlarımız tutmasa bile; en kötü onunki benimdir, benimki onundur. Pil teorimi anlattım, takdir etti Tarık Akan meslektaşım. Bununla birlikte “Bana kalırsa benim anahtarım elimdeki değil, benimkinde bu kadar çizik yoktu.” dedi.

Servisten inip otoparka yürüdük, aracını bize oldukça yakına çekmiş Tarık Akan meslektaşım, elindeki anahtara davrandı, “tık” diye sesle aracının anahtarının kendi elindeki olduğunu teyit ederek “Hah, tamam, benimkiymiş!” dedi. Bu kadar çiziği varmış demek ki. Meslektaşımız adına sevindim, o da bana bol şans diledi. Ben de kendi aracıma doğru yürümeye devam ettim. Aracım görüş açıma girince açma düğmesine bastım, “tık” diye ses geldi, yürümeye devam ettim. Bu kez kapamaya bastım, yine “tık” diye ses. Yalnız bir yanlışlık var gibi, zira aracın lambaları yanmadı o sırada. Hatta araca iyice yaklaşınca “tık” sesi de çıkmaz oldu. Evet, anahtar benim değilmiş. Otopark girişine yakın, Renault Captur’a ait olduğunu anlaşıldı anahtarın. Captur’dum o araca doğru. Aç düğmesine bastım, “tık”, kapa düğmesine bastım, “tık”. Yani benim anahtarım; ortadaki, bir başka meslektaşın sigara ve güneş gözlüğü markajına girenmiş.

O sırada Tarık Akan meslektaşım otopark bariyerinden çıkarken, durumuma üzüldü ve “Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?” diye sordu. Yüzü olduğu kadar, yüreği de Tarık Akan’a benzeyen meslektaşıma, telefonundan ofisi aramam ricasında bulundum, telefonunu verdi, ofisi arayıp, esasında makul bir zamanda gerçekleşmesi beklenen toplantımı ertelemelerini talep ettim. Bana tekrar şans diledi meslektaşım ve ofisine doğru yol aldı.

Otopark girişindeki kulübede bulunan görevli ağabeylere durumu açtım. Bana üzüntülerini ilettikten sonra, kendilerinden o başka no’lu yeri aramalarını istedim, telefon numaralarını, yani dahili numarayı zoraki bulup aradılar (Stadı bilmeyenler için söylüyorum, dahili numaraları bulmak çok zordur), kendilerine o başka no’ludan, dönüş yapacakları söylendi. Ben de “Tamam, bekleyelim bir süre.” moduna girdim. Oraya gitmeye kalksak, yürü, et, servis bekle, servisle oraya git, servisle oradan dön, epey sürecek. Yarım saat bekledik, ses yok. Ben de kulübenin orada oturdum ağabeylerle. Çay teklif edildi; içmedim çünkü açım, sabahtan beri bir şey yememişim (Beni bilmeyenler için söylüyorum, aç karnına çay içmem). Bu arada saat 15.00 suları. “Su alabilirim.” dedim, su verildi. Kayısı geldi, yedim, yerken kayısıdan “captur” diye ses geldi.

Canım da iyice sıkıldı tabii, yanımda hiçbir şey yok. Bir şey okuyamıyorum, telefonum yok zaten. Can sıkıntısından, yüzünü hiç görmediğim, adını da bilmediğim meslektaşımın Captur’unu açıp açıp kapattım bir süre: “tık”, “tık”; “tık, “tık”. Baktım o başka no’ludan haber gelecek gibi değil, tekrar arayın dedim. “Dahilisi neydi yahu?” oranın diyerek, tekrar o dahiliyi bulmaya koyuldular; bir şekilde ulaşıldı oraya ve üzücü haber geldi o başka no’ludan: Avukat, “Benim işim uzun, beklemesin beni.” demiş benim için. Tabii paşam.

Yola koyuldum o başka no’lu için tekrar. Baştan başlayacağız yani anlayacağınız. Baro servisini bekledim epey, gittim o başka no’luya, servis şoföründen 1 dakika beni beklemesini rica ettim, yoksa bir sonraki ringi bekleyeceğim. “Anahtar alıp geleceğim hocam.” dedim. Anahtarı alıp, meslektaşımızınkini bıraktım. Meslektaşımın bu mücadelelerden haberi yok tabii. Görüşmesini yaptıktan sonra hemen çıkıp, kendi anahtarına kavuşacak paşam.

Döndüm ana yere, yürüdüm aracıma, bastım düğmeme: “tık”, “tık”. Işık da yandı, konu da kapandı. Amaç neydi, 15-20 dakika, dosyası hakkında hiçbir şey bilmediğim iki kişi ile görüşmek. Zaman kaybı ne, yaklaşık 5 saat. Bir de yıpranma payını ekleyelim. Üstüne de dönüş trafiğini…

Bu arada araba anahtarıma baktım, pil Duracell, evet. Çiziklerine baktım. Anahtarımın daha da çizikli olduğu ortaya çıktı. Benim ilk aldığım yanlış anahtardaki çizikler, benimkinden azmış yani anlayacağınız. İnsanın yüzündeki benleri inceler gibi, araç anahtarımın çiziklerini not aldım kafama. Peki gün? Bitti.

Bu olaydan yaklaşık iki hafta sonra satışa çıkardım aracımı ve bir süre sonra da sattım. Tabii ki bu nedenle değil; kilometresi fazla, biraz yıprandı, benim gibi.

 

Hemen son bilgi: Tutukluluk istisnadır ve en son uygulanacak koruma tedbiridir. Bu nedenle ceza gibi tatbik edilmemelidir. Ceza infaz kurumlarında bu kadar tutuklu olmamalıdır.