23 Aralık 2016 Cuma

Sirkü Evrakları

Dilimizi iyi kullanmıyoruz, bunların örnekleri saymakla bitmez. Aşağıda yer verdiklerim, çok da değinilmeyen hatalardan. Afiyet olsun…

1. “Entel” ile “entelektüel” kelimeleri farklıdır. Entelektüel, aydın demektir. Entel ise; entelektüel olmaya özenen, ancak bunun için gerekli olan niteliği kazanmamış kişilere denir. Entelin ikinci anlamı, sahte aydındır. Biri için entel demek iltifat değil, ancak hakaret olabilir. Bu arada, fark ettiğiniz üzere “entellektüel” yanlış, “entelektüel” doğrudur.

2. “Umarsız”, umursamaz demek değildir. Umar çare, umarsız da çaresiz demektir. Cümle içinde kullanalım: “Ağdaki balık, bardaktaki su kadar umarsızım” (Ahmet Erhan).

3. Sirküler; genelge, duyurum demektir. İmza sirküleri bir tane ise “imza sirküsü” olmaz, “sirkü” diye bir kelime yoktur. “İmza sirküleri” tekildir, çoğul kullanım ise “imza sirkülerleri” olur.

4. “Taktir etmek”, damıtmak demektir. Bir şeyi beğenme, bir şeyin değerini anlama, bir şeye değer biçme anlamlarına gelen kelime ise takdirdir. “Senin bu hareketini damıtıyorum” doğru ve hoş olmaz.

5. Alçak gönüllü, gösterişsiz anlamına gelen kelime mütevazi değil, mütevazıdır. Mütevazi, paralel demektir (paralel de artık FETÖ olmuştur).

6. Eşya; “türlü amaçlarla kullanılan, insan yapısı, taşınabilir cansız nesneler” anlamına gelmektedir, zaten çoğuldur. “Eşyalar” yanlış kullanımdır (“Eşyalar toplanmış seninle birlikte” hem o kadının gidişi, hem de imla açısından talihsizliktir; ama Tanju Okan candır).

7. Evrak; “resmi kurumlarda işlem gören belgeler”, “kağıt yaprakları, kitap sayfaları” ve “yazılmış kitaplar, mektuplar veya yazılar” gibi anlamlara gelmektedir, zaten çoğuldur. “Evraklar” yanlış kullanımdır.

Türk Dil Kurumu sonradan bu kelimelerde veya anlamlarında değişiklik yapmazsa, durum budur. Saygılar…

17 Aralık 2016 Cumartesi

Başka Ülkede Yaşa(ma)mak Üzerine Bir Yazı

Son dönemlerde bir yazı, “Cem Boyner’in şirketlerine yolladığı yazı” üst bilgisi ile paylaşılıyor. Cem Boyner bu yazıyı paylaşıyor mu, paylaşmıyor mu bilinmez ama, bu yazının esas sahibinin “Anlatan Adam” (AA) rumuzlu bir şahıs olduğu ve yazının “hurriyet.com.tr” adlı “galeri” habercilik sitesinde 16.11.2016 tarihinde yayınlandığı anlaşılıyor. Yazıyı şuradan okuyabilirsiniz.

Dilerseniz yazıyı bir okuyun, sindirin, üstüne bir çay/kahve için. Ne diyorsunuz? Anlatan Adam iyi anlatmış mı bizleri, yurdumuzda kalmaya karar verdik mi? Neyse, AA’yı cevaplayarak biraz da biz anlatalım yurdumuzun şu anki durumunu.

1. Öncelikle AA, Amerika’yı unutmamızı istemiş. Gerekçesi, iş bulamayacak olmamız. Beyazların çimlerini biçersin ancak diyor AA. Hispanikler çok, geçinebilmek için İspanyolca da lazım diyor. Türk arkadaş arayacaksın, başka çaren yok oralarda diyor.

Türkiye’de özgürce, eğilip bükülmeden çalışabilmen ne kadar mümkün peki? Öğretmen olsan atanman, hakim/savcı olsan açığa alınmaman (artık tutuklanmaman), gazeteci olsan tutuklanmaman, işçi olsan “fıtratla” ölmemen/sakat kalmaman, şirkette çalışsan kovulmaman zor. İnsanların yurt dışına gitmek istemeleri bunlarla ilgili olabilir mi?

2. Almanya çok planlı programlı, kaytaramazsın diyor, akşam dokuzda sokakta adam bulamazsın diyor, senin dışarı çıkman lazım, gezmen lazım diyor AA. Kapını hiçbir Alman komşun çalmayacak, anca fazlaca gürültü yaparsan “Polizei” gelecek kapına diyor AA.

Ankara’da okuyorsun, sınavların bitmiş, hafta sonu tatili için İstanbul’a gideyim diyorsun, o hafta sonu Beşiktaş’ta alıveriyorlar canını AA. Bazen İstanbul’da havaalanından çıkamadan öldürüyorlar AA. Bırak dokuzda sokakta adam bulamayalım (ki o da ayrı abartı), yurdumuzda kalıp ölmeyelim AA. Hadi hayatta kalmayı başardık, geceleri hamile hamile spor yaparken dövülmeyelim AA, otobüste mini etekle tekme yemeyelim AA.

Ayrıca, Türkiye’de Türk komşular kapı çalıyor mu artık onu bilemem de, Türk Polizei’nin gelmesi için gürültü değil, tivit atman yeterli AA.

3. Uzak yerlere gitme, birine bir şey olsa dönüp gelemezsin diyor AA.

Uçak korkumuz yoksa bir şekilde döneriz AA. Tabii Atatürk’te, Sabiha Gökçen’de ve diğer havaalanında bizleri patlatmazlarsa tabii.

4. Soğuk yerlere alışamazsın, bizim bünyeler güneş ister diyor, hatta Kanada’da on bir yıl yaşayan arkadaşım, on bir yılını “çok soğuk oğlum” diye “özetlediydi” diyor AA.

İstikrarlı soğuklar üşütmez, üşütmek İstanbul gibi bir günü bir gününü tutmayan, nemiyle, rüzgarıyla hasta eden coğrafyalarda daha kolay gerçekleşir AA. Havamız çok sıcak olsa bile, işyerlerindeki klimalar hasta etmeyi başarır, merak etme soğuklara da alışılır.

“Özetlediydi” kelimesine ise cevabım yok, yoğun itirazım var.

5. Avrupa’da ırkçılık almış başını gidiyor, birinci sınıf vatandaş olamayacağın bir ülkede nasıl huzur bulacaksın diyor AA.

AA’nın bu cümleyi, Uygur Türklerine yapılan zulümlere cevap olarak Çinli dövmeyi kafasına koyan ve Çin lokantasında çalışan Uygur Türklerini döven insanımıza yazması pek hoş olmadı. Ramazanda içki içen turistleri döven insanlarımıza anlatması pek garip oldu. “Yavuz Sultan Selim az bile yapmış” diyen gazetecilerimizin olduğu ülkemize anlatması pek manidar oldu.

Ayrıca, sen kendini bu ülkede birinci sınıf vatandaş gibi hissediyor musun AA? Hissediyorsan helal olsun; biz, birinci sınıfını geçtim, vatandaş, hatta insan olarak dahi hissedemiyoruz da.

6. İngiltere’ye gitmeyin çok pahalı diyor, hem sürekli yağmur yağıyor diyor AA.

E zaten insanlar yurt dışına gidemiyorsa biraz da paradan, maddi imkansızlıktan değil mi AA kardeş?

Ayrıca, kumsalda aldığı plaj şemsiyesini birkaç saat sonra yağmurdan korunmak için kullanmak zorunda kaldığı Karadeniz coğrafyasında büyüyen insanlarımız, Londra’nın yağmuruna da alışır gibi geliyor bana. Şemsiye alırsın, bere, kapüşonlu mont alır halledersin. Yağmur gibi adaletsizlik, yolsuzluk, riyakarlık akmasın yeter ki ülkemize, şehrimize.

7. “Aslında demek istediğim şu” ibaresi ile özet geçiyor; gitmeyin güzel insanlar, biz kardeşiz, gittiniz mi birbirimizi özleriz diyor AA.

Kardeşlik, birlik beraberlik iyi de; sence kaldı mı bu bizim ülkemizde AA? Ölülerimizi “senin şehidin”, “benim şehidim” diye ayrıştırdığımız, katliamlar sonrası yorumumuzu, katliamı yapan terör örgütüne göre yaptığımız, yakınlarımızın cenazelerinde “yazıklar olsun, boyunuz devrilsin, kınamanız batsın” bile diyemediğimiz, yakınımız göçük altında kaldığında sesimizi çıkaramayıp üstüne tekme yediğimiz, üç tarafı denizler, dört tarafı cezaevleri ile çevrili ülkemizde, hangi güzellikten, hangi kardeşlikten söz ediyorsun AA’cığım?

Vergilerimizin ve emeklerimizin karşılığı olarak bize insan gibi hayat sunmaktan başka yükümlülüğü olmayan devletimizin beceriksizliği sonucu, kardeş kardeş gezerken canlı bombalara mı teslim edelim kardeş bedenlerimizi?

“Aslında demek istediğim şu” AA; maddiyat endişeleri tamam. Ama iş olsa, imkan olsa bir dakika bile durmayacak insanlar olduk artık çoğumuz. Varsın yanımızda olmasın ince belli bardakta çayımız, huzurumuz olsun evvela, sevdiklerimize internetten bakarız, bilgisayarı kapatır, daha “insan gibi” yaşarız. Sana da AA’cığım, galeri sitesi hurriyet.com.tr’de kardeş kardeş mutluluklar dileriz.

2 Aralık 2016 Cuma

Bir Büyük Adam Erdal Tosun


“Aslanın ormanlar kralı olmasında hiç şüphesiz bir keramet vardır. Söyler misiniz bana, aslan niçin kraldır? En kuvvetli olduğu için mi? Hayır. Ormanda ondan kuvvetli bir sürü hayvan vardır. Misal, fil aslandan kuvvetlidir. Ama kuvvetini gereksizce ve tonlarca su içme işinde kullanır. Kral olmak için kuvvet yetmez, o kuvveti kullanmayı bilmek gerekir. Eyvah Necdet bugün bu alemde kral olduysa, kuvvetini su içerek çarçur etmediği içindir (bu sırada Tombalak ve Laz Bakkal kendi aralarında konuşmaktadır). Kral konuşurken onun tebaasına, onun konuştuklarından ders çıkarmak düşer, kendi aralarında konuşmak değil. Midyat, Seyfo, derhal bu esnafın bize olan borcunu tahsil edin. Bundan böyle mahalledeki herkes Eyvah Necdet’e aidat ödeyecek, ayrıca arabası olanlar belli bir miktar park ücreti verecekler”.

“- Oku Vedat oku, bize çok faydası oluyor. Orada şey de yazıyor mu, ucuz ekmek nerede satılıyor, işsiz kalan bir Vedat’ın ne yapması lazım?
- Elbette yazıyor, bak: ‘Emekçiler ekmeklerini emeklerinin karşılığı olarak ve önlenemez tarihi bir sürecin sonucu olarak mutlaka kazanacaklardır. Şüphesiz bu zorlu bir dönemdir ve kısa vadeli ve göreceli yenilgilerden geçer’.
- Ee ne demek istiyor yani?
- Ne demek istediğini sana verdiğim kitapları okusaydın anlardın Sulhi. Ama sen onları yazboz olarak kullanıyorsun. Bak; Sulhi 151, Ramazan 103.
- Aaa evet ne oyundu ama. Görecektin Ramazan’ın kafasına kafasına vurdum piştide ha.
- Acıyorum sana Sulhi.
- Bana mı acıyorsun? İşten kovulan sensin unuttun mu?
- Olabilir Sulhi. Bu, bu kitapta sözü edilen kısa vadeli yenilgilerden biridir, başka bir şey değil.
- Neyse bırak şimdi bunları Vedat. Telefon ettin mi?
- Hayır etmedim.
- Niye?
- Bu hareketi, hareketimiz açısından doğru bulmadım.
- Yahu karını arayacaksın, ne hareketi be adam.
- Telefon numarasını bilmiyorum Sulhi.
- Kayınpederinin telefon numarasını bilmiyor musun?
- Ben gericilerin telefon numaralarını ezberleyemiyorum.
- Gerici mi? Kim gerici?
- Senin kayınpeder, benimse Ajan Muharrem dediğim kişi.
- Haa bir de ajan mı oldu adam?
- Canım objektif olarak değilse de sübjektif olarak ajan.
- Ne?
- Geçen gün televizyonda bir eylem seyrediyorduk. Dayak yiyen emekçileri görünce ne dese beğenirsin?
- Ne dedi?
- ‘Değiştirin şu kanalı, bu anarşistleri seyretmeye mecbur muyuz’ dedi. Çat! Kapıyı vurdum, çıktım o saat. Ama benim pasifist karım orda kaldı. Hala da orda. Ulan insan evin anahtarını verir be!
- Sen o yüzden mi bize geldin?
- Kusura bakma Sulhi, sana da yük oluyoruz ama…
- Yok be Vedat, yük mük olduğun yok da, sen gene de bir arasan diyorum karını.
- Bak Sulhi, bu oportünistçe bir tavır olur. Ben hakkımı alana kadar sizin evde oturma eylemi yapacağım.
- Haydaa.
- Seni defalarca uyardım Sulhi, bana ‘haydaa’ deme diye. Düşünsene, Engels bir kerecik olsun Marx’a bir tartışma sırasında ‘haydaa’ deseydi halimiz nice olurdu?
- Kim kime ne deseydi?
- Sulhi…”

Aynı dizide hem filozof mafya babasını, hem de sosyalist bir işçiyi oynayan bir adamdı Erdal Tosun. Oynadığı her filmin, dizinin hakkını vermiştir, aksini de hiç kimse iddia etmemiştir.

Günümüzde 4 DVD’li set halinde satılan “The Godfather/Baba” filminde Marlon Brando’nun dublajını yapan, o dublajın hakkını en iyi veren de odur.

“Rina” filminin sonunda attığı tirat unutulmazları arasındadır. Hani şu, “ne olmuş büyük adam olamadıysak” ile biten. Erdal Tosun, hem fizik olarak, hem kimya olarak Türkiye’nin büyük adamlarındandır.

Tombalak ve Laz Bakkal’la helalleşme zamanı biraz erken oldu be Eyvah Necdet. Gerçi Tombalak ve Laz Bakkal da erken gitmişti.

Işıklar içinde uyuyun…