25 Haziran 2021 Cuma

Avrupa Avrupa Duy Sesimi


Euro 2020 grup maçları bitti. Kanaatimce keyifli de geçiyor. Ancak bu keyiften bağımsız olarak söylüyorum aşağıdakileri.

İki turnuvadır 24 ülke, 4’er takımlı 6 grup var, gruplardan en iyi 4 tane 3. takım çıkıyor. Grubunu 3. bitiren takım, maçlar bitince sevinemiyor veya üzülemiyor, sevinmek veya üzülmek için diğer grupların maçlarının tamamlanmasını bekliyor. Ayrıca 4 takımda 3. olmak neyin başarısı? Aman daha fazla maç olsun, aman…

Ayrıca 24 ülkelik Avrupa Kupası mı olur arkadaş? 24 ülke ne demek? Avrupa’da kaç tane ülke var zaten? Sovyetler Birliği ile Yugoslavya dağılmasa 20 tane ülke yok Avrupa’da.

Eskiden ölüm grubu Şampiyonlar Ligi’nde, Dünya Kupası’nda olurdu; Avrupa Kupası’nda zaten tüm gruplar ölüm grubuydu. Avrupa Kupası’nın diğer kupalara göre nitelikli yanı son buldu.

Bir başka saçmalık, kupada her grubun bir veya iki ev sahibi var. Hem adaletsiz hem mantıksız. Ne o öyle eleme maçları gibi. Bir ülke komple ev sahibi olsun, yürüyün.

D Grubunda İngiltere, maçlarını Londra’da oynadı; İskoçya da İngiltere dışındaki maçlarını Glasgow’da oynadı. Gariban Çekya ile Hırvatistan deplasmanda.

B Grubunda Danimarka maçlarını Kopenhag’da oynadı (Eriksen’in hastasıydık, büyük geçmiş olsun); Rusya da Danimarka’ya karşı Kopenhag’da oynadı, onun dışındaki maçlarını St. Petersburg’da oynadı. Gariban Finlandiya hep deplasmanda. Belçika’ya gariban diyemiyorum, De Bruyne’si, Lukaku’su olan gariban mı olur?

Avrupa Kupası’nda gruplardaki saçmalıkların bir kısmı bunlar.

Şimdi de UEFA, kupalardaki deplasman golü kuralını kaldırıyormuş. Bu durumda deplasman golüne ödül olmayacak. Daha fazla dakika, daha fazla uzatma. Çift maçlı eleme sisteminin güzellik nedenlerinden biri de gitmiş oldu o hâlde. Amaç ne, heyecan mı? E o zaman ofsaytı da kaldırın. Ne o öyle, çizgi filan çekiyoruz, insanlar olmayan gole seviniyor, olan gole sevinemiyor, VAR iptal ediyor değil mi?

Bir de şu deplasman golü kuralına bazı gazeteler şunu yazmış: “devrim gibi karar”. Devrim o kadar ayağa mı düştü? UEFA’nın kuvvetle muhtemel kel kafalı yetkilileri birer devrimci mi oldu?

Ezcümle, yeni kurallara ve anlayışlara karşı tepkiliyim. Avrupa Avrupa duy sesimi!

 

(Duyuru: Simge-ül İstanbul’da da duyurduğum üzere, abonelik sistemi Temmuz itibariyle son buluyor. Buna göre yazılar, abonelerin e-postalarına düşmeyecek. “Müstakbel ex-abonelerime” teşekkür eder, bloğun bundan sonraki hayatına atlarla devam edeceğini belirtmek isterim.)

5 Haziran 2021 Cumartesi

Simge-ül İstanbul

“Sana Dün Bir Vapurdan Baktım Aziz İstanbul” başlıklı, 1 Nisan 2018 tarihli yazımda (hatırlamak veya ilk kez okumak için buraya tıklayabilirsiniz, hizmette sınır yok) Taksim Camii inşaatına da atıfta bulunarak bir yazı yazmıştım. Taksim Camii açıldı, hayırlı olsun.

Taksim Camii’nin peşine, İstanbul’un yeni simgesi olarak kabul edilen (kim öyle kabul ediyor bilemiyoruz tabii) Çamlıca Kulesi de hizmete açıldı. Görüleceği üzere, onların hizmetinde de sınır yok.

 


8 Ağustos 2018 tarihinde metrobüsten çektiğim yukarıdaki fotoğrafta kule biraz farklı görünüyordu, açıkçası endişeye kapılmıştım. Baksanıza, simge olma iddiası ile yola çıkan yapı, doktrinde “pipi” olarak kabul edilen uzvu andırıyordu düpedüz. Neyse ki o görüntüden arınmış ve bir şekilde kuleye benzeyebilmiş.

Tabii kule İstanbul’un birçok yerinden görünebiliyor, çükümsü vaziyetindeyken de öyleydi. Şimdi tamamlandı, daha da görünecek. Kuleyi görmemek için kulenin içine girmek lazım. Fransız Yazar Guy de Maupassant gibi…

Guy de Maupassant (1850-1893), Eyfel Kulesi’nden nefret edermiş, hatta kulenin yapılacağını duyduğunda, kule yapılırsa Paris’i terk edeceğini söylermiş. Sonra Eyfel tamamlanmış; bu kez adam Eyfel’den çıkmamaya, sürekli oradaki bir kafede takılmaya başlamış. Demişler “hayırdır mösyö (mösyö olmak zorunda değil; üstadım, hocam, müdür, birader, hatta gardaş da olabilir), Eyfel’den nefret ederdin, şimdi buradan çıkmıyorsun”. O da demiş ki “Paris’te Eyfel’in görünmediği tek yer burası da ondan”. Şimdi bizim kuleyi görmemek için de kuleye çıkmak gerekecek, ancak bu durumda hem cepten olunacak hem de daha kötü bir şeyi göreceğiz, yeni İstanbul’u.

 




Yukarılara çıkmak güzeldir, tepelerden aşağılara bakmak nefistir eyvallah, bu kuleye çıkanlar az buz para da vermeyecek anlaşılan, sorum şu: Kuleye çıkanlara, görecekleri manzara için leğen dağıtılacak mı? Ben de burada bir kısım fotoğrafları paylaştım. Yazıyı evde okursanız, leğeniniz vardır mutlaka; yoksa, en yakın umumi tuvalete gidiniz.

Gerçi kızmamak lazım, böyle İstanbul’un böyle simgesi olurdu zaten, zerre çelişki yok. Yeni simgemizden yeni İstanbul’u, yeni İstanbul’dan yeni simgemizi iyi seyirler.


                                   

(Aboneler için duyuru: Blogger’ın bana ve tüm kullanıcılara uyarısına göre, Temmuz ayından itibaren e-posta aboneliği hizmetine son verilecekmiş. Yani bundan böyle benim yazdığım yazılar, abonelerin e-postasına otomatik düşmeyecek. Blogger bu konuda abonelerimi “indirmemi” tavsiye etti. Abonelerimi “indirmek” gibi bir düşüncem yok, öyle bir düşüncem olsa bile herhalde beceremem, “10 adımda abone indirme” gibi garip tarifler var. Ben onunla uğraşmayayım, bundan sonra yazılarımın e-posta olarak kendisine gönderilmesini isteyenler müdüriyete, yani şahsıma başvursun, bu iş huzur içinde çözülsün.)