20 Ağustos 2021 Cuma

FeNer'de Kalmıştık?

 


Geçen sene “Benim Fenerbahçe’m” yazısından sonra madem dörtlü çete (Emre, Volkan, Caner, Gökhan) dağıldı, kaldığımız yerden devam edelim. Tamam çete dağıldı, neşemiz yerine geldi, kulübe destek olmaya, maçları izlemeye başladık da, en ufak bir ilerleme veya ileriye yönelme var mı?

Takım, biri Avrupa Ligi ön elemesi olmak üzere iki ciddi maç oynadı şu ana kadar, sahaya bu sene transfer edilen kimse çıkmadı. Sadece lig maçında (o da ikinci yarıda) Serdar Dursun girdi, o da sağ olsun sakatlandı çıktı. Helsinki maçında yeni transferlerden sahaya giren olmadı, gençten iki çocuk sonradan girdi oyuna (iyi ki de girdiler, o ayrı). Yani Ağustos ayı bitiyor, senin transfer edip de ilk 11’e koyacağın oyuncun yok. Takımda eksikler ve eksiklikler bağırıyor, maçlara çıkmaya devam ediyorsun, hâlâ transfer yok. Şu günlerde açıkladığın kim varsa da ligin ikinci maçına ve Helsinki’deki rövanş maçına çıkamayacak. Herhâlde biz şampiyon olduk geçen sene, kazanan kadroyu bozmuyoruz diyeceğim de; kazanma gibi bir durum yok ve ha bire de adam gönderiyoruz bir yandan. Yani kadro zaten bozulmuş, buna mukabil tamir yok. Umut Sarıkaya’nın karikatüründe geçtiği gibi, bu ne bilimsizliktir?

Kaptanlık konusu gözüme çarptı, o da ayrı saçmalık. Adana Demirspor’la lig maçında kaptan Özil; Gustavo değil. Özil hayatında ne zaman kaptan olmuş, kaptanlık vasfı var mı, hayatında takım arkadaşlarını yönlendirmiş mi, bırakın yönlendirmeyi onlara “haydi beyler”, “come on guys” veya “komm schon” demiş mi? Ayrıca adam yedi aydır Fener’de, hâlâ hazır değil, iki metreye koşamıyor. Kendine bakamayan adam, takıma nasıl bakacak, bilmiyoruz. Gustavo’dan kaptanlık niye alınmış, bunu da bilmiyoruz. Adana Demirspor maçında oyundan çıktı Özil, Gustavo sahada. Bir baktık Özil’in pazubendi Ozan’da, Ozan gidecek üç gün sonra biliyoruz (nitekim gitti), adamı Gustavo’nun üstüne kaptan yaptılar lig maçında. Adana Demirspor maçından dört gün sonra Helsinki maçı, Özil de ilk 11’de, bu kez kaptan Gustavo. Ne oldu da oradan oraya verildi pazubent? “İyi iyi sen ol” mu dendi Gustavo’ya? Bu ne ciddiyetsizliktir?

Takıma gelince; önceden takımın yarısı ön liberoydu, şimdi takımın %45’i 8 numara, %45’i stoper. Kanat yok, sisteme uyan kanat zaten yok, santrfor yok. İki stoper daha alındı şimdi, biri hocadan önce geldi, hoca onu kadroya almadı, “bana mı sordunuz?” dedi. “Caulker yen içinde kalır” esprisi yapacaktım, daha önce yapıldı. Bir de Kim alındı. Kim’in çok iyi olduğu söylendi, bekliyoruz. “Kim” esprisi de yapmıyorum dikkat ettiyseniz. İleride gazeteler yapar.

Ön libero demişken, o özellikte de tek oyuncu Gustavo şu an. Ona bir şey olsa, son derece yumuşak bir göbek olacak ortada. Zaten yarı yumuşağız. Bir ara takım ön libero kaynıyorken, şimdi tek ön liberomuz var.

Pereira’ya da iki laf edelim. İlk döneminde kendisine çok da tepki gösteren biri değildim. Şimdi de daha ortada bir şey görmediğim ve takım şekillenmediği için bir şey demem. Hatta kendisine karşı olumlu ön yargım da var, çünkü her geldiğinde safraları atıyor. Bu iyi bir şey. Şimdi de gelmesiyle dörtlü çete dağıldı, hoca onlara yakın Ozan’ı istemedi, Sinan’ı gönderdi, yani huzur bozacak tipleri uzaklaştırdı kendine göre. Buraya kadar tamam; ancak gidenlere karşı bir şeyler de getirebilmen lazım arkadaş. “Bu kanepe salona olmamış” deyip kaldırıyorsun, “evet yahu o ne biçim kanepeydi” filan diyoruz. Sonra salonda oturacağın iskemle dahi yok, ne anladım o işten? Bir de tutturmuşsun 3’lü savunma, kanat bekleri filan, oralarda da Osayi ile Ferdi’yi oynatıyorsun. Osayi ile Ferdi geriye gelmeyi düşünmüş mü hayatlarında? Şimdi kerhen bir bakıyorlar duruma, sevmedikleri akrabalarının düğünündelermiş gibi takılıyorlar geride öyle.

Tüm bunlardan bağımsız, Pereira’nın getirilmesi yönetimin ayrı fiyaskosu. Dediler “şöyle hoca getireceğiz, Bielsa gibi olacak, tadından yenmeyecek” filan; sonra Aziz Yıldırım döneminin hocasını getiriyorlar. Neden? Bulamadılar çünkü. Gelişiyle de 3 sayfa açıklama yayımladılar. Şöyle hocaymış da, sistemi şuymuş da, daha önce bunları başarmış da… Böyle uzun uzun açıklama yapma gereği duyuyorsan, bir halt yemişsin demektir zaten. Bugüne kadar kimi getirdiğinde uzun uzun hocayı/oyuncuyu anlatmış yönetim? Getirdiğin dört hoca var, biri vizyonluyum deyip getirdiğin Cocu, o da hemen gitti. Sonra eski hocan Ersun, sonra eski futbolcun Erol, sonra eski hocan Pereira. Bunlar için mi yönetime talip oldunuz? Ben de Fenerbahçe’ye başkan olsam bunları getirebilirdim herhâlde. Erol Bulut bana, “yok kardeşim, hocalık yapmam Fenerbahçe’de” demezdi. Bu ne basiretsizliktir?

Son sözüm Puma’ya. Çocuk (Muhammed) hayatında unutamayacağı bir gol attı, golden sonra öpecek arma bulamadı. Çünkü yoktu, rezil oldunuz dünyaya Sayın Puma. Beyaz yakalı tabiriyle “inovatif” üçüncü forma yaptınız aklınız sıra; fakat amblem yok, Fenerbahçe yazı olarak var, Avis ondan da büyük yazıyor. Yok efendim, takım ismi şu puntoda olacakmış, yok reklamda şöyleymiş böyleymiş, ben anlamam. Amblemsiz forma giydirdiniz güzelim takımlara, Milan’ı, City’si, Valencia’sı nasıl kabul etti bunu, o da garip; federasyonlar nasıl kabul ediyor bunu, o daha da garip. Öte yandan, ilk iki formamız da hikâye. “Bu ilk senemiz, güzel bir şeyler yapalım” demez mi yahu bir firma? Zaten futbolcuların giydiği kaliteli formaları satışa çıkartamıyorsunuz, onu anladık. Satışa çıkardığınız formalar taraftar formaları, yani daha kalitesiz formalar, takımın amblemi işlemeli filan değil mesela, yapıştırma. Onlar da 300 küsur lira. Kalitelileri satışa çıkartsan 1000 küsur liraya satacaksın. Bizde öyle bir döviz kuru yok, satışa çıkartamıyorsun. Tamam bu senlik bir durum değil Puma, ancak formaları biraz güzel yap birader, sor insanlara ne bileyim, senin için de iyi olur bak milyonlarca taraftarı var bu kulübün, yürüyelim seninle mutlu yarınlara (evet, bu yazıda Puma’ya da seslendik).

Bu arada transfer eksikliği, hoca tercihleri ile ilgili yukarıda yönetime filan giydirdiğim sanılmasın. Öyle bir şey yok, yönetime laf etmek haddimize değil, onların vizyonuna erişemeyiz biz. Ne vizyonsa anasını satayım üç senede takıma bulabildikleri bir forvet yok, stoper çöplüğüne dönmüşüz, Ekonomi Bakanı gibi hoca değişiyor takımda, ilk kez Avrupa’ya katılmaya hak kazanacağız, bir Avis, bir Beko, bir Aygaz ayağına armasız takım tutuyoruz. “Bu benim Fenerbahçe’m değil” demiştim geçen sene; dörtlü çete dağıldı, yine Fenerbahçe’min F’si yok ortada.

Şimdi Helsinki maçında elde ettiğin 1-0’lık galibiyet yeni düzende çok da işe yaramıyor, onu da hatırlatayım. Yani 1-0’ın üstüne deplasmanda 2-1 mağlup olursan tur atlama filan yok, uzatmaya gidiyorsun, hem de o yarım saati deplasmanda oynuyorsun hâliyle. Ama olsun, elenirsen Konferans Ligi’ne gidiyorsun, üçüncü bir kupa icat edildi. Her türlü Edirne’nin ötesindeyiz yani bu sene. Bol bol maç oynansın tabii ki. Dördüncü, beşinci kupalar da olsun. Küme düşenler dışında herkes Avrupa’da maç yapsın, boş durmayalım.

Takıma, hocaya, Puma’ya, UEFA’ya giydirdiğim bu yazıda, bana ayrılan sürenin sonuna geldik. Geçen sene ara vermiştik, şimdi sinir sahipliğine devam. Hayırlısı olsun…

   

 

(Not: Abonelere e-posta gelmeye devam ediyormuş, boşuna gerilim verdik, onu da anlamadım. Blogger’a da buradan selam olsun, Pumacı mıdır nedir?)

10 Ağustos 2021 Salı

Sorum

Bir bakanımız geçenlerde görevinden affını istedi. Ne diyelim, Allah taksiratını affetsin. Hâlbuki ne kadar umutluyduk değil mi, farklı biriydi tipiyle, sürekli gülümsemesiyle. Yuvarlak gözlük taksa Nuri Bilge Ceylan olacak adam, bakanlık geri dönüşüm kutusunun en üstünde yerini aldı. O geri dönüşüm kutusunda damada, “bir g.tlük kay” dedi. Yeri gelecek, o da “müstakbel müstafi”, pardon “müstakbel görev afçısı” bakanlarımıza yer açacak. Şimdi eğitimimizden bir başkası sorumlu. Bu yenisinden umutluyuz ama, o iyi birine benziyor. Aferin ona.

Tabii kabahat bizde, bende değil de, genel olarak bizde. Bizi fırçalamayan bakana iyi diyoruz, o hâle geldik. Orman Bakanına bakalım, en son olaylar olmasa muhtemelen ona da iyi demişizdir ülkece. Ama ne oldu; 83.000 futbol sahası büyüklüğündeki alanda yangın çıktı, kalbimiz soğudu, bu bakan da bizi fırçaladı. Ormanda çıkan yangını söndürme onun sorumluluğunda değilmiş, onu da öğrendik. Ormanla ilgili sorunda Orman Bakanının sorumluluğu yoksa Orman Bakanı niye var, o da ayrı soru.

Gerçi doğru soru şu: Bakanlar niye var?

Çünkü bir örgütte liderdir esas olan, yöneticilerin liderden ayrı iş yapmaları mümkün değildir. Suç örgütünde misal, “örgüt lideri çok kötü ama yöneticileri Allah nazardan saklasın tertemiz, bal dök yala” diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Bunlar suç örgütü değil tabii, yanlış olmasın. Zaten hem halkımız hem Allah tarafından seçilmiş liderimize öyle bir yakıştırma yapamam. Sadece Burhan Kuzu’yu sevmezdim ben; o da kuzu kuzu gitti, zebanilerle pazarlık yapıyor. Bu da şaka, Burhan Hoca cennetlik; Zindaşti işi bitti, kentaçdis şarkısıyla oynuyor hurilerle.

Sorumlu ve sorumluluk diyoruz da; “sorum” ne demek diye baktım anlamına, tek kelimelik açıklama çıktı karşıma: sorumluluk. TDK maşallah çok iyi, aradığımız birçok kelimede cevap başka bir kelime. Devlet dairesi gibi dolanıyoruz TDK sitesinde. Sorum madem sorumluluk demek, biz niye her kullanışta boşuna “luluk” ekliyoruz; çok mu meraklı insanımız “luluk” demeye? Bu da başka soru.

“Sorum” madem bizi sorumluluk birimine sevk etti. Biz de sorumluluk neymiş ona bakalım: “Kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, sorum, mesuliyet”.

Helal olsun (ve tabii ki hamdolsun), bu ülkede 19 yıldır gerçekleşen hiçbir musibetten hükümet kanadı sorumlu olamadı. Hep başkaları oldu, yeri geldi Cehapeli belediyeler oldu, yeri geldi Hedapeli belediyeler oldu, eğer o belediyeler Cehapesiz veya Hedapesiz belediyeler olsaydı muhtemelen FETÖ METÖ, PKK MKK, DHKP-C MHKP-C filan sorumlu olacak, illaki başka bir sorumlu bulunacaktı. Hatta malum haberlerde ilk başlarda yangın söndürme destanlarından bahsedilirken, bakıldı ki o iş öyle değil, söndürme destanı değil de, başkalarının söndüreme skandalına döndü mevzu; sorum(luluk) da el değiştirdi. Sonra Yunanistan’a uçak gönderen ülke de olabildik bir yandan, bir anda tekrar destan yazmış olduk.

Sorumluluk tanımında şu var gerçi, “kendi yetki alanına giren” diyor. Yani şunu diyeceklerdir: “her sonucu üstleniriz evelallah da, konu bizim yetki alanımızda değil”. Neyse ki 19 yıldır lehe giden her şey onların yetkisinde, aleyhe giden hiçbir şey onların yetkisinde değil. Rabbim öyle denk getiriyor, “bikoğuz of analarımızın duası”. Bu arada Yunanlılardan da istifa filan eden olmuş, demek ki görev dağılımları bizim gibi değil, onlarda luluklu veya luluksuz sorum var veya Yunanlı anaların duası eksik (Bu arada Yunan mı Yunanlı mı diye bakayım dedim TDK’da. Yunanlı yazdım, cevap: Yunan. Te Allah’ım).

Neyse; bakanlarımızı peş peşe, sebilhane bardağı gibi dizilerek yaptıkları açıklamalarıyla yorduk bu aralar, özür dileriz. Yol yorgunu olabilirler, iyi uykular dileriz, başka “sorum” yok.