27 Mayıs 2017 Cumartesi

Afiyet Olsun

OHAL kararnamesi ile mesleklerinden ihraç edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça; açlık grevleri sonrasında gözaltına alındı, daha sonra DHKP-C’li oldukları gerekçesi ile tutuklandı.

OHAL kararnamelerinin FETÖ ile mücadele için çıkarıldığını söylemeye gerek yok. Ancak tutuklama kararına göre Gülmen ve Özakça’nın DHKP-C adına faaliyet yürüttükleri “anlaşılmış”. Fotoğrafları, internet üzerindeki paylaşımları suç delili olarak gösterilmiş, “tutuklanmamaları halinde adaletin işleyişine zarar verecekleri”, Gezi benzeri bir kalkışmaya sebebiyet verebilecekleri tutuklamaya gerekçe edilmiş. “Siz insanları böyle böyle yanınıza çekiyorsunuz, gençler galeyana geliyor, iyisi mi sizi biz nezih kapalı cezaevimizde ağırlayalım, size uğrayamasınlar, hem iki lokma bir şeyler yersiniz” anlayışı bir nevi. FETÖ ile başlar, DHKP-C ile devam ettirir bu anlayış.

Ahmet Şık’ın tutuklama kararını hatırlayalım, o kararda da şunlar yazıyordu: “Şüphelinin PKK ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütlerinin propagandası niteliğindeki açıklamalarının iki örgütün birbirinden farklı olması nedeni ile çelişki gibi görünse bile 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki soruşturmalar ve kamuoyuna yansıyan bilgiler gözetildiğinde dış destekli bu örgütlerin birbiri ile darbe sürecinde ve sonrasında koordineli olarak hareket ettiklerinin ortaya çıktığı, bu nedenle şüphelinin her iki örgütün propagandası niteliğindeki açıklamalarının bir çelişki teşkil etmediği ve aynı amaca hizmet ettiği”…

Sulh Ceza Hakimliğinden politik analizler…


Cumhuriyet.com.tr’nin yayın yönetmeni Oğuz Güven, “İlk FETÖ iddianamesini hazırlayan Başsavcı Mustafa Alper’i kamyon biçti” tivitinden dolayı tutuklu. Tutuklama gerekçesinde, “söz konusu tweet ile FETÖ soruşturması dosyalarında görev yapan savcıların akıbetinin bu olacağının gösterildiği” yazıyor.

İşte size tutuklama için gerekli, kuvvetli suç şüphesini gösterir somut “yorum”.

Bir başka haber başlığı da Türkiye gazetesinden. Aynı konu ile ilgili “Kamyon kağıt gibi ezdi” cümlesini aşağıda sarı sarı görebiliyoruz.

kamyon kağıt gibi ezdi türkiye gazetesi ile ilgili görsel sonucu

Atıldıktan hemen sonra silinen “biçti” tiviti, tutuklama gerekçesi; “kağıt gibi ezdi” gazete başlığı, haber oluyor yeni “Türkiye”de.


Ülkemizde, evladını Fethullah’ın okullarında okutan ve bir dönem Bank Asya hesabı olan kişilerin hala tutuklu olduğunu görüyor, hatta Fethullah’ın şiirlerinin okunduğu kasetlerin de silahlı terör örgütü üyeliğine delil, tutuklamaya gerekçe oluşturduğuna şahit oluyoruz.

Kasetin geçmiş tarihli bir aygıt olduğunu, o zaman Fethullah’ın “hocaefendi” olduğunu bir tarafa bırakarak, bazı dosyalarda suç delili olarak gösterilen “Gurbet Ufukları / Ses Ver Yiğidim” kasetini ele almak istiyorum. İnternetten topladığım bilgilere göre kasette, Fethullah Gülen dışında 11 şahsın okuduğu şiirler yer alıyor. Kasette şiir okuyan şahısların isimleri ise; İbrahim Sadri, Cem Karaca, Uğur Arslan, Oya Seymen, İlkim Erkan, Yusuf Ziya Özkan, Nihat Nikerel, Hayri Küçükdeniz, Nedret Selçuker, Bedirhan Gökçe ve Yavuz Bülent Bakiler.

Şiirleri okuyan şahısların bir kısmı hayatlarını kaybetmiş, diğerleri de tutuklu değil, haklarında soruşturma bile yok.

Soru net: Kaseti dolduranlar bir örgüt yapılanmasına dahil edilmemişse, kaseti dinleyenler nasıl terör örgütü üyesi olabiliyor?


Garabet bunlarla sınırlı değil. Bank Asya Yönetim Kurulu Eski Başkanı Erhan Birgili tahliye edilmiş iken, Bank Asya’da hesabı olanlar silahlı terör örgütüne üyelikten tutuklu.


Pensilvanya’ya giden iş adamları tutuklu; iş adamlarının oraya gitmesine ön ayak olan siyasetçiler hakkında ise herhangi bir soruşturma vs. yok. Hatta bu iş adamları, ifadelerinde siyasetçilerin isimlerini veriyor, hukukumuzun yılmaz savunucusu kolluk görevlilerimiz bu beyanları zapta geçirmiyorlar. Bu siyasetçiler de gazetelerde FETÖ ile nasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlatıyor bir yandan.

Fehmi Koru “the Taha Kıvanç Guy” FETÖ dosyalarında tanık oluyor, Hüseyin Gülerce FETÖ ile nasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlatıyor, Reşat Petek darbe araştırma komisyonunun başında yer alıyor.


Bu örnekler pek tabii ki çoğaltılabilir, pilav üstü “kavurma” sonrası “baklava” yerken okunabilir.

Sindirebilenlere afiyet olsun.

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Yargıtay’dan ve İstanbul Adliyelerinden Haberler

1. CMK m.308’de düzenlenen ve kısaca “Başsavcılık itirazı” olarak adlandırılan müesseseye göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, ceza dairelerinin kararlarına karşı itiraz hakkı vardır. Avukatlar da, özellikle aleyhlerine kesinleşen daire kararlarına karşı CMK m.308 dilekçesi hazırlayarak Başsavcılıktan karara itiraz etmesini talep eder. Sanığın lehine itirazda süre aranmayacağı gibi, itiraz talepli dilekçeleri sunma açısından herhangi bir kısıtlama yoktur.

Uygulamada son haber; Başsavcılık itirazı talepli dilekçelere üçten sonra bakılmadığı yönünde. Yani bir veya birkaç avukat, cezası kesinleşen sanıklarla ilgili Başsavcılık itirazı talepli toplamda üç kez dilekçe yazmışlar, üçü de Başsavcılık tarafından reddedilip itiraz yoluna gidilmemişse; dördüncü, beşinci, altıncı dilekçelere Başsavcılık hiç bakmaksızın talebi reddediyor. Yani sadece üç hakkınız var. Bu yönde uygulamaya “PIN Kodu kuralı” adını verebiliriz. Üç hak yitirilmişse bu durumda artık başka “hukuki” yollara başvurmak gerekiyor ki, o yolu da “PUK yolu” olarak adlandırabiliriz.

2. Duruşma savcıları tarafından verilen esas hakkında mütalaada sanığın mahkumiyeti istenmekle birlikte mahkeme sanığın beraatine karar vermişse; savcı bu kararı, mütalaasına aykırı olduğu için temyiz ediyor.

Duruşma savcıları sanığın beraatini talep etmekle birlikte mahkemelerin sanığa mahkumiyet kararı verdiği durumda ise, savcılar kararı “mütalaasına aykırı olmasına rağmen” temyiz etmiyor.

Yine savcılar, daha az cezayı gerektiren bir suçtan ceza talep etmekle birlikte mahkeme daha ağır cezayı gerektiren bir suçtan dolayı sanığa ceza vermişse, yine savcı kararı temyiz etmiyor, mütalaasına aykırı olsa da kararı bir anlamda kabul ediyor. Bu kurala bir adlandırma yapamadım ama, “mahkeme sanığa çakıyorsa elleme” düsturu denebilir.

3. Adliyelerde dilekçe vermek için ön bürolar kurulmuş durumda, bu vesile ile önce hakimden havale al, sonra dilekçeyi bilmem neredeki odada tarat, sonra kaleme ver gibi çilelerden kurtuluyor avukatlar; ön büroya dilekçeyi verip kurtuluyorlar.

Bunun nedeni, “avukatlarımızı yormayalım” anlayışı değil elbette. Amaç; avukatların hakim ve savcılarımızla konuşmalarını, hatta göz teması kurmalarını engellemek, dilekçeden havale alırken sinsi sinsi “efendim bizim bir dilekçemiz vardı, duruşması iki gün sonra, bir okursanız seviniriz” türü açıklamaların önüne geçmek.

“Ne demek bir okursanız? Biz ne iş yapıyoruz? Tabii ki dilekçelerinizi okuyoruz, sohbet mi ediyoruz burada?”

Duruşma günü geldiğinde, “efendim biz celseden iki gün önce ön büroya dilekçe sunmuştuk” veya “efendim biz celseden iki gün önce dilekçemizi UYAP’tan sunmuştuk” dediğinizde, “hımm dosyaya almamışız, çıkar kızım UYAP’tan bakalım” denir ve erken sunulmasına rağmen dilekçeye duruşmada şöyle bir bakılır o ayrı tabii.

Neticede; hakim ve savcı yanlış anlar, fazladan göz temasını ve avukatların kendi odasına gelmesini istemez, kendisine rüşvet teklif edileceğini düşünür. Hamdolsun hakim ve savcılarımız o konularda son derece hassastır. Bu terbiyesizliklere pabuç bırakmaz, rüşvetlik bir durum olursa onlar zaten size ulaşır, avukatların işgüzarlığına gerek yok.

Ek Bilgi: Kimseyle görüşmek istemeyen, katipleri ile görüşmemiz için bile avukatların sıraya girdiği, yukarıda bahsettiğimiz tip savcılar, genelde FETÖ dosyalarına bakarlar ve bu savcıların odaları, kendilerini Allah gibi gördüklerinden olsa gerek, Allah’a daha da yakın olmaları için adliyenin en üst katındadır.

Yargıtay’dan ve İstanbul adliyelerinden haberler şimdilik bunlar, yaşasın adalet saraylarımız!