1. CMK
m.308’de düzenlenen ve kısaca “Başsavcılık itirazı” olarak adlandırılan müesseseye
göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, ceza dairelerinin kararlarına karşı
itiraz hakkı vardır. Avukatlar da, özellikle aleyhlerine kesinleşen daire
kararlarına karşı CMK m.308 dilekçesi hazırlayarak Başsavcılıktan karara itiraz
etmesini talep eder. Sanığın lehine itirazda süre aranmayacağı gibi, itiraz
talepli dilekçeleri sunma açısından herhangi bir kısıtlama yoktur.
Uygulamada
son haber; Başsavcılık itirazı talepli dilekçelere üçten sonra bakılmadığı
yönünde. Yani bir veya birkaç avukat, cezası kesinleşen sanıklarla ilgili
Başsavcılık itirazı talepli toplamda üç kez dilekçe yazmışlar, üçü de
Başsavcılık tarafından reddedilip itiraz yoluna gidilmemişse; dördüncü,
beşinci, altıncı dilekçelere Başsavcılık hiç bakmaksızın talebi reddediyor.
Yani sadece üç hakkınız var. Bu yönde uygulamaya “PIN Kodu kuralı” adını verebiliriz. Üç hak yitirilmişse bu durumda artık başka “hukuki” yollara başvurmak
gerekiyor ki, o yolu da “PUK yolu” olarak adlandırabiliriz.
2. Duruşma
savcıları tarafından verilen esas hakkında mütalaada sanığın mahkumiyeti
istenmekle birlikte mahkeme sanığın beraatine karar vermişse; savcı bu kararı,
mütalaasına aykırı olduğu için temyiz ediyor.
Duruşma
savcıları sanığın beraatini talep etmekle birlikte mahkemelerin sanığa
mahkumiyet kararı verdiği durumda ise, savcılar kararı “mütalaasına aykırı olmasına
rağmen” temyiz etmiyor.
Yine
savcılar, daha az cezayı gerektiren bir suçtan ceza talep etmekle birlikte
mahkeme daha ağır cezayı gerektiren bir suçtan dolayı sanığa ceza vermişse,
yine savcı kararı temyiz etmiyor, mütalaasına aykırı olsa da kararı bir anlamda
kabul ediyor. Bu kurala bir adlandırma yapamadım ama, “mahkeme sanığa çakıyorsa
elleme” düsturu denebilir.
3.
Adliyelerde dilekçe vermek için ön bürolar kurulmuş durumda, bu vesile ile önce
hakimden havale al, sonra dilekçeyi bilmem neredeki odada tarat, sonra kaleme
ver gibi çilelerden kurtuluyor avukatlar; ön büroya dilekçeyi verip
kurtuluyorlar.
Bunun
nedeni, “avukatlarımızı yormayalım” anlayışı değil elbette.
Amaç; avukatların hakim ve savcılarımızla konuşmalarını, hatta göz
teması kurmalarını engellemek, dilekçeden havale alırken sinsi sinsi “efendim
bizim bir dilekçemiz vardı, duruşması iki gün sonra, bir okursanız seviniriz”
türü açıklamaların önüne geçmek.
“Ne
demek bir okursanız? Biz ne iş yapıyoruz? Tabii ki dilekçelerinizi okuyoruz,
sohbet mi ediyoruz burada?”
Duruşma
günü geldiğinde, “efendim biz celseden iki gün önce ön büroya dilekçe
sunmuştuk” veya “efendim biz celseden iki gün önce dilekçemizi UYAP’tan
sunmuştuk” dediğinizde, “hımm dosyaya almamışız, çıkar kızım UYAP’tan bakalım”
denir ve erken sunulmasına rağmen dilekçeye duruşmada şöyle bir bakılır o ayrı
tabii.
Neticede;
hakim ve savcı yanlış anlar, fazladan göz temasını ve avukatların kendi odasına gelmesini istemez, kendisine rüşvet teklif edileceğini düşünür.
Hamdolsun hakim ve savcılarımız o konularda son derece hassastır. Bu
terbiyesizliklere pabuç bırakmaz, rüşvetlik bir durum olursa onlar zaten size
ulaşır, avukatların işgüzarlığına gerek yok.
Ek Bilgi:
Kimseyle görüşmek istemeyen, katipleri ile görüşmemiz için bile avukatların sıraya girdiği, yukarıda bahsettiğimiz tip savcılar, genelde FETÖ
dosyalarına bakarlar ve bu savcıların odaları, kendilerini Allah gibi
gördüklerinden olsa gerek, Allah’a daha da yakın olmaları için adliyenin en üst
katındadır.
Yargıtay’dan
ve İstanbul adliyelerinden haberler şimdilik bunlar, yaşasın adalet saraylarımız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder