29 Haziran 2017 Perşembe

Nuriye, Semih ve Süleyman


Nuriye Gülmen ve Semih Özakça 113 gündür açlık grevinde. “FETÖ ile mücadele” adı altında getirilen OHAL KHK’leri nedeniyle işlerinden olan, DHKP-C’li oldukları gerekçesiyle tutuklanan Gülmen ve Özakça için Süleyman Soylu, “Bu iki kişi 2012 yılından itibaren DHKP-C örgütü mensubu olması sebebiyle defalarca gözaltına alınmışlardır” ifadesini kullanarak “çocuklarımızı bunlara mı emanet edeceğiz” sorusunu yöneltti, “şirin ve güler yüzlü fotoğraflarını kullanıyorlar” diye de veryansın etti.

Dikkat ettiyseniz Gülmen ve Özakça'nın sadece gözaltına alındığını söyleyebilmiş, yani haklarında verilmiş mahkumiyet kararı filan yok. Gülmen ve Özakça’nın avukatları Selçuk Kozağaçlı da açıklama yaptı ve müvekkillerinin sabıkasız olduklarını adli sicil kayıtlarını paylaşarak gösterdi. Haber burada...

Ama gözaltı sonuçta, bir insan boşuna mı gözaltına alınır veya bir insan boşuna mı suçlanır? Suçlu değiller, ama suçlanmışlar; yeterli değil mi? Soylu için son derece yeterli tabii. İçişleri Bakanlığı bünyesinde bir gözaltı olsa, “Hukuki süreç devam ediyor, masumiyet karinesi var, yargıya güveniyoruz, kararı beklememiz lazım” deyip, soruşturma yürüten savcıları görevden aldıktan sonra, kendi savcıları ile takipsizlik kararları aldıklarında, “bakın suçlu değiliz” diyen de Soylu olur, Soylu soylu bir insandır. Soylu gibi olun.

Gelelim şirin ve güler yüzlü fotoğraflarına… Evet, bu şahıslar şirin ve güler yüzlü, hele Nuriye Gülmen’in bir gülüşü var, su gibi. Bir insan haksız olduğunda, bu kadar güzel gülebilir mi? Siz bu kadar güzel gülebilir misiniz mesela? En önemlisi, siz bu insanların gülüşlerinden korktuğunuz için mi tutukladınız onları? 

Soylu’nun şu videoda dediği gibi, “Hakkı hepsi görecekler, doğruyu hepsi görecekler, doğrunun ne olduğunu hepsi görecekler”. Yine Soylu’dan alıntı yapalım: “AKP’den bu milleti kurtaracağız”.



Selametle…



22 Haziran 2017 Perşembe

Cüret

Cürettir bunun tam adı, cüret. Ramazan ayında dondurma yiyen çocukların dondurmalarına karışabilme cüreti. Hiç tanımadığı bir kadına sırf kendi değerlerine aykırı giyiniyor/yaşıyor diye saldırabilme cüreti. Bu cüretler gösterilirken rahatlık da var tabii. “Bana ne olabilir ki? Dindar nesil istiyorum, o kadar!”

O sakallı dayının yanındaki şahıs olmasa, sakallı dayı çocuklara saldıracak, dövecek çocukları. Dayı “zor tutuluyor” yani. Minibüsteki kara yağız gibi yapacak yoksa. Gerekçe: Onlar gibi yaşamamaları. “Burası müslüman bir ülke, o kadar!”

Sakallı dayı ve kara yağız delikanlı tam olarak ne şekilde yaşıyor, ne yiyor ne içiyor, nelere ses çıkarıp nelere çıkarmıyor bilmiyor, ilgilenmiyorum. Yani “gerçek bir müslüman” gibi yaşıyorlar mı bilemem, ancak müslüman bir ülkede yaşamıyoruz onu söyleyeyim. Burası sadece, çoğunluğunu müslümanların veya kendilerine müslüman diyenlerin oluşturduğu bir ülke, o kadar. Ha müslüman ülkesi de olsak bu tip uyarılar sakallı dayıyla kara yağız delikanlıya düşmez, o başka tabii.

Ayrıca, müslüman bir ülkede yaşamak istiyorsan, videocu çocuğun dediği gibi, “Yallah Arabistan’a!” (akla gelen ilk tabir “yallah” değil tabii, orada arkadaş kapıyı kibarca göstermiş).

Kara yağızın ifadesi şaşırtmıyor bir yandan. İyi niyetle bir söz söylemiş de (sana mı kaldı), mübarek ay olduğu için düzgün giyinmesini istemiş de (sana ne ulan), elinin tersiyle yalnızca yüzünü itmiş de (yüzünü itmek nedir), kadın büyük bir cesaret ve hakaret ile üstüne saldırmış da (cesaret senin ona söz söyleyebilmen), kamera kaydına bakılırsa kendisinin saldırmadığı anlaşılacakmış da (saldırdığı net şekilde anlaşılıyor), kendisine saldıran ve hakaret eden bayandan şikayetçiymiş de (hakaretin daha fazlasını hak ettin, hem “bayan” nedir)…

Aslında kara yağızın ifadesi kötü, “fotoğraflarım ve ismim her yerde afişe oldu, can güvenliğim yok” da diyerek kendisine koruma filan tahsis edebilirdi. En azından ifadesinde “mağdurum” diyebilirdi, yanlış yapmış, hala öğrenememiş bu adliye karakol işlerini.

Sonuçta, hiçbir şey olmaz böyle tiplere. En fazla bi’ girer çıkarlar, önceden salıverilirler sonra itirazla tutuklanırlar, ilk celse salıverilirler, ikinci celse tutuklanırlar, hükümle tahliye edilirler. Sabıkaları kabarık da olsa, cezaevinde çok kalacak halleri yok; infaz kanunlarımızda müthiş “iyileştirmeler” mevcut. Hem onları yatıracak olanaklar da yok, şu an FETÖ’cüler bizim düşmanımız, onlara yer açtık. Onların da esaslılarına değil, çoğu gariban olanlarına yer açtık. Esaslı FETÖ’cülerin çoğu tespit edil(e)medi, yakalan(a)madı.

Neyse; sonuçta, yargımızda son 50 yılın altın çağını yaşadığımız bir gerçek, öyle değil mi Perinçek?