5 Aralık 2020 Cumartesi

Amarıga mı Burası

CMK m.201’de düzenlenen “doğrudan soru yöneltme” müessesesi, maddi hakikate ulaşabilmek adına son derece önemli. Maddenin 1. fıkrasına göre; “Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir”. Nasıl, mis gibi hüküm değil mi?

Katılan vekili olarak yer aldığım, bir otobüs insandan müteşekkil örgüt dosyasında (“örgüt dosyası dediğin zaten kalabalık olur” demeyin, otobüste arka beşliyi dolduramayacak örgütlerimiz de mevcut), sanıklara peş peşe sorular sorduğum celse sonrası zaptı beklerken mahkeme başkanı, “Avgat Bey ne o kadar soru soryon, Amarıga mı burası” diye veryansın etmişti.

Celselerin celseleri kovaladığı, sanık ifadelerinin bir türlü tamamlanamadığı kalabalık dosyada bir sanığın müdafii, üç celse üst üste müvekkilinin “iş göremezlik” raporunu sununca maddi hakikat dediğimiz şey geç ortaya çıkıyor tabii. Çünkü üç celse dediğiniz, en az beş mevsim geçişine tekabül. Sanığımızın uzun süredir iş görememesinden dolayı son derece müteessiriz, ancak sorularımız da var, nasıl yapalım?

Esasında duruşmaya insan gelmemesi mahkemenin de işine geliyor. Çünkü az insan az ifade, az ifade az yaz kızım, az yaz kızım az zaman, az zaman çok boş zaman. Bense sanıklar her geldiğinde yaklaşık bir yıl önce hazırladığım soruları CMK m.201’in bana bahşettiği yetki uyarınca sanıklara tevcih ediyorum. 4-5 kişinin dinlendiği bir celsede peş peşe sorularım sanıklardan ziyade mahkeme başkanını rahatsız ediyor, o da “Amarıga mı burası?” diyor.

Sorular sorulsa ne olacak; sorular zapta geçmiyor, sadece cevaplar var, tanıkların veya tarafların sorulara cevap verip veremedikleri, verirlerse o sorunun ne kadarını yanıtlayabildikleri anlaşılamıyor. Tanıklar/taraflar belki de, “sınava çok çalışmış ancak hocasının sorusunun yanıtını bilmeyen, yazdıkça yazan, hatta ek kâğıt isteyen” öğrenci; otur, sıfır! Ancak bu durum sınav kâğıdından anlaşıyor; duruşma zaptından anlaşılamıyor. “Tanık ne kadar güzel konuşmuş” denebiliyor ancak.

Tanıkların çatır çatır yalan söyleyebilmeleri ayrı tabii. Yalan tanıklıktan hiç davam olmadı, rastlamadım. Kararı sonrası yalan beyanını tespit ettiği tanık hakkında suç duyurusunda bulunan hâkime de rastlamadım (bu da başka bir “Amarıga mı burası” hâli olabilir).

Ecnebi memleketlerde ise tanıkların ekseri doğru söylediklerini, en azından yüzlerinin kızardığını vs. görüyor, duyuyoruz. Bizde ise yalan söylemekten imtina etmiyorlar. Onlarda İncil veya kutsal sayılan şeyler üzerine yemin etme var; bizde ise sadece “namus ve vicdan üzerine” yemin var, ondan mı acaba? “Lan zaten namus ve vicdan diyor, çok şaapmıyor yani, at yalanı” mı?

“Paran varsa kefil ol, işin yoksa şahit ol” bizi anlatan atasözlerinden. Yine bu atasözünün son kısmı, “paran yoksa şahit ol” olarak da değiştirilebilir. Zamanının ataları daha iyi niyetliymiş veya o dönem tanıklık müessesesine ve tanıklara daha itibar edilebilirmiş herhalde. “Kaçın şahit yazarlar” da yeni atalarımızın sözü gibi duruyor.

Soru sormak haktır, soru sorulmalıdır ancak; soru sormaya çalışınca da başkan, “Amarıga mı burası” diyebiliyor. O hâkim aylardır dosyanın kapağını da açmıyor. “Amarıga mı burası, ne okuyaceük?”

Hatta büyük yüreklilikle, sanki eski usulle hâkimden havale alıyormuş gibi, “efendim dilekçe hazırladık, okur musunuz” diye yanına gittiğimizde hâkim hemen, “ön bürodan sunun avukat bey” diye sanki rüşvet vermek için gelmişim gibi, İlyas Salmanvari bir devlet memuru edasıyla kovabiliyor odadan. Tabii ki haklı, niye yüz göz olunuyor ki, duruşmada şaabarız. Ancak sorun şu; duruşmada ne biz şaababiliyoruz ne de hâkim şaaptırıyor. Şaapamadığımızla kalıyoruz.

De facto bir “yazılı ceza yargılamamız” zaten var. “Dilekçeyi duruşma öncesi sunalım ki, okusun öyle girsinler duruşmaya” diyoruz. Duruşma geliyor, mahkemeye dilekçe hatırlatılıyor; “hee sunmuş muydunuz, hee” diyor başkan. Beklendiği üzere bihaber. “Hee başkanım, Amarıga mı burası?”

Size “Türk işi” yargınızda başarılar hakimler/savcılar. En yakın zamanda dosyalarınızın değil, mesleğinizin maddi hakikatine ulaşmanız temennisiyle…