3 Ocak 2020 Cuma

7188 Sayılı Kanunun Ceza Muhakemesi Kanunu’na Getirdikleri - I




(Yazı, “Hukuk Defterleri” dergisinin 2019 Kasım-Aralık sayısında yayımlanmıştır)

Giriş
7188 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (kamuoyunda bilinen adıyla “1. Yargı Paketi” veya “Yargı Reformu Paketi”), 24.10.2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş, Kanunun 31. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na eklenen geçici madde 5’te, seri ve basit yargılama usulüne ilişkin hükümlerin 01.01.2020 tarihinden itibaren uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu yazımızda; 7188 sayılı Kanunla Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) yapılan bir kısım değişikliklere değinecek, değişikliklerin “reform” niteliğinde olup olmadığını anlatmaya çalışacağız.
Tutuklama Tedbirinde Yapılan Değişiklikler
7188 sayılı Kanunla CMK m.102’ye iki fıkra eklenmiş; CMK m.102/4’te soruşturma evresinde tutukluluk süresinin ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından ise bir yılı geçemeyeceği, ancak Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar[1], Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamına giren suçlar ve toplu olarak işlenen suçlar bakımından bu sürenin en çok bir yıl altı ay olacağı, gerekçesi gösterilerek bu sürenin altı ay daha uzatılabileceği, CMK m.102/5’te ise tutukluluk sürelerinin, fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmamış çocuklar bakımından yarı oranında, on sekiz yaşını doldurmamış çocuklar bakımından ise dörtte üç oranında uygulanacağı düzenlenmiştir.
Daha açık ifadeyle, tutuklamaya getirilen yenilik; soruşturma evresinde tutukluluk süresinin azami altı ay, ağır ceza mahkemesinin görevine giren, söz gelimi nitelikli dolandırıcılık, zimmet, öldürme suçlarında azami bir yıl, TCK m.302 ila 339 ile TMK kapsamına giren suçlar ve toplu olarak işlenen suçlarda ise azami iki yıl olacağıdır. Bu düzenleme sadece soruşturma evresi için geçerli olup, sanık hakkında CMK m.102/1 ve 102/2’de öngörülen toplam azami tutukluluk sürelerinde bir değişiklik yapılmamıştır.
Hukuk Defterleri’nin Temmuz-Ağustos 2017 sayısında yayınlanan “Ceza Muhakemesi Hukukumuzda Bir Uygulama Sorunu: Tutuklama” yazımızda[2]; basmakalıp gerekçelerle, ölçülülük ilkesine aykırı olarak ve tutuklamanın istisna olduğu kuralı göz ardı edilerek tutuklama ve tutuklamanın devamı kararı verildiğinin altını çizmiş, tutuklama tedbirinin daha sağlıklı şekilde uygulanabilmesi için katalog suç düzenlemesinin kaldırılması, CMK m.100/4’te düzenlenen tutuklama yasağının genişletilmesi, her ne kadar kanun lafzından anlaşılsa da, uygulamadaki müstakar hatanın önüne geçmek adına kanun yolu sürecinin de tutukluluk hesabında dikkate alınması gerektiğine işaret etmiştik.
Gelinen aşamada ise yukarıda bahsettiğimiz esaslı sorunlarla ilgili ilerlemenin yaşanmadığını, tutuklamanın gerekçesiz şekilde ve ölçülülüğe aykırı olarak tatbikinin önüne geçmek amacıyla herhangi bir çalışmanın yapılmadığını görmekteyiz.
Hâlbuki Barolar Birliği tarafından ülkemizdeki tüm avukatlara ayrı ayrı masraf edilerek gönderilen “Yargı Reformu Strateji Belgesi Neler Getiriyor?” konulu broşürün 14. maddesinde aynen, “Tutuklama kararlarının kes-yapıştır gerekçelerle verilmesini, önleyecek tedbirler öngörülüyor” ifadesine yer verilmişti (“verilmesini” kelimesinden sonraki virgülü Barolar Birliği koymuştur, görselde mevcuttur).


14. madde yönünden bir beklentimiz yoktu; zira 53 sayfalık Yargı Reformu Strateji Belgesinde dahi böyle bir vaatte bulunulmamış, sadece başta tutuklama olmak üzere, kararların gerekçelendirilmesi hususunda eğitim çalışmaları düzenleneceği ile yetinilmişti. Buna karşılık Barolar Birliği’nin broşüründe “stratejik eğitimin” ötesine geçilip, “tedbirler öngörülüyor” denilmesini Barolar Birliği’nin heyecanına vermekteyiz.
Esasında 7188 sayılı Kanunla getirilen yeniliğin de, 1412 sayılı Mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda (CMUK) yer aldığını, yeni düzenlemenin sadece 5271 sayılı Kanun düzenlemesindeki gerilemeden dönüş anlamı taşıdığını, hatta CMUK düzenlemesinin de, yedi sene ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlar hariç olmak üzere, 7188 sayılı Kanunla getirilen yeniliğe göre şüphelinin daha da lehine olduğunu ifade etmek isteriz[3].
Hâl böyle iken, tutuklama tedbirinde yapılan değişikliğin sırf soruşturmada azami tutukluluk süresinin azaltılmasından ibaret oluşunun bir reform olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Kaldı ki uygulamada şüpheli veya sanıklara karşı bir baskı olarak kullanıldığı su götürmez tutuklama tedbirinin, devlete karşı suçlar açısından azami iki yıl süre ile uygulanması, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının tesisi olarak gösterilemez.
Bazı Suçlar Yönünden Temyiz Yolunun Yeniden Açılması
Temyiz kanun yolunu düzenleyen CMK m.286’ya 7188 sayılı Kanunun 29. maddesi ile bir fıkra eklenmiş; temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsalar bile, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan hakaret, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, suç işlemeye tahrik, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, kanunlara uymamaya tahrik, cumhurbaşkanına hakaret, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama, silahlı örgüt ve halkı askerlikten soğutma suçları, TMK m.6/2,4 ile m.7/2’de yer alan terör örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını basma, yayınlama ve bunların propagandasını yapma suçları ile Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu m.28/1, 31 ve 32’de yer alan kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, kanuna aykırı propaganda yapma ve direnme suçları yönünden temyize başvurulabileceği anlatılmıştır.
Düzenlemeye gerekçe olarak ise şu husus belirtilmiştir: “Belirtilen suçlarla ilgili olarak temyiz edilemeyen kararlara karşı temyiz kanun yolu açılarak, farklı uygulamaların önüne geçilmesi ve Ülke genelinde yeknesak bir uygulamaya ulaşılması hedeflenmektedir. Temyiz kanun yolu açılan suçlar belirlenirken, ifade özgürlüğü ile doğrudan etkili olan suçlar esas alınmıştır. Düzenlemeyle, hak ihlallerinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır”.
Bu gerekçe ile kanun koyucunun; ifade özgürlüklerinde hak ihlallerinin yaşandığını[4], farklı uygulamaların önüne geçilemediğini ve istinaf/temyiz ayrımının gereği gibi işletilemediğini itiraf ettiğini görmekteyiz. Yani bu gerekçe ile bölge adliye mahkemelerinin ifade özgürlüğünü ilgilendiren suçlarda sanık lehine yorum yapmadığı, amiyane tabirle ellerini taşın altına koymadığı; örtülü olarak da, kendilerini Yargıtay yerine koyarak sadece hukukilik denetimi ile yetindiği, etkin şekilde çalışmadığı, ilk derece mahkemelerince beş yıl veya daha az verilen hapis cezalarını da yeterli incelemeler yapmaksızın kesinleştirdiği itiraf edilmiştir.
Temyiz kanun yolunu tüm suçlar için açmak, istinafın amaçlarından olan Yargıtay’ın yükünü hafifletmekle bağdaşmayacağı ve bir anlamda “yargı sisteminde ‘U’ dönüşü” olacağı için, temyiz kanun yoluna sınırlı suçlar yönünden gidilmesinin hedeflendiği, bunun için de ifade özgürlüğüne vurgu yapan suçların seçildiği düşünülebilir. Bununla birlikte, gerekçeye göre “ifade özgürlüğünü ilgilendiren suçlarda yeknesak uygulamanın olmadığı, ifade özgürlüğünü ilgilendirmeyen suçlar açısından ise yeknesak uygulamanın var olduğu” gibi bir düşünceye sebebiyet veren bu düzenlemenin isabetli olmadığını, isabetli olduğunu düşünsek dahi bir “reform” olmadığını, zira bir itiraf ile “uygulama hatasını giderme” halinin reform olarak değerlendirilemeyeceğini kabul etmek gerekir.


Yazıya son vermeden, Barolar Birliği broşürünün 19. maddesinde değinilen “yeniliğe” bir paragraf da olsa değinmek gerekir. Maddeye göre -ki bu husus, 53 sayfalık Yargı Reformu Strateji Belgesinde de işlenmişti- “Asliye Ceza Mahkemesinde duruşma savcısı uygulaması geri geliyor”muş. Bir şeyin geri gelmesi veya getirilmesinin reform olup olmayacağı sorusu bir yana, asliye ceza mahkemeleri duruşmalarında savcıların bulunmayacağına dair 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici 9. maddesi düzenlemesinin[5] 2020 yılı itibariyle kendiliğinden ortadan kalkacağını, yani asliye ceza mahkemelerinde savcıların görev alması için bırakalım düzenlemeyi, kanun koyucunun öksürmesine dahi gerek olmadığını, özetle bunun stratejiye, reforma ve broşürlere konu edilmesini anlayamadığımızı son olarak ifade etmek isteriz.
7188 sayılı Kanunla getirilen seri ve basit yargılama usullerine bir sonraki sayıda değineceğiz.



[1] Bu suçlar; TCK m.302 ila 308’de düzenlenen “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”, TCK m.309 ila 316’da düzenlenen “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”, TCK m.317 ila 325’te düzenlenen “Milli Savunmaya Karşı Suçlar” ve TCK m.326 ila 339’da düzenlenen “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” suçlarıdır.
[2] http://hukukdefterleri.com/ceza-muhakemesi-hukukumuzda-bir-uygulama-sorunu-tutuklama/
[3] 1412 sayılı CMUK m.110’a göre; “Hazırlık soruşturmasında tutukluluk süresi azami altı aydır. Kamu davasının açılması halinde bu süre hazırlık soruşturmasında tutuklulukta geçen süre dahil iki yılı geçemez.
Soruşturmanın veya yargılamanın özel zorluğu veya geniş kapsamlı olması sebebiyle yukarıda belirtilen sürelerin sonunda kamu davası açılamamış veya hüküm tesis edilememiş ise, soruşturma konusu fiilin kanunda belirtilen cezasının alt sınırı yedi seneye kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlarda tutuklama kararı kaldırılır. Yedi sene ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezaları gerektiren suçlarda tutuklama sebebine, delillerin durumuna ve sanığın şahsi hallerine göre tutukluluk halinin devamına veya sona erdirilmesine veya uygun görülecek nakdi kefaleti vermesi şartıyla sanığın tahliyesine karar verilebilir”.
[4] 7188 sayılı Kanunla TMK m.7/2’ye “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.” cümlesinin eklenmesi de, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğinin kanun koyucu tarafından kabul edildiğinin bir diğer göstergesidir.
[5] 5320 sayılı Kanun Geçici Madde 9 (Ek: 2/12/2014-6572/45 md.): “31/12/2019 tarihine kadar, asliye ceza mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısı bulunmaz ve katılma hususunda Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaz. Ancak, verilen hükümler ile tutuklamaya veya salıverilmeye ilişkin kararlara karşı Cumhuriyet savcısının kanun yoluna başvurabilmesi amacıyla dosya Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir”.