31 Ağustos 2016 Çarşamba

Arkadaşlar Hazır Mısınız?



Öğrencilik hayatında hafta sonu ödevlerini pazar gecelerine, yaz tatili ödevlerini eylül başlarına sıkıştıran insanımızın kulüp yöneticiliği sürümünde, ağustos ayı sonunda üstünkörü yapılan üst üste transferler yer alıyor. Pazar gecesi yapılan ödev özensiz olduğu gibi, 31 Ağustos transferleri de en son elde kalan, zararına satışlardan kaynaklı futbolcular oluyor.

Mesela son güne Sow’u sığdırdı Fenerbahçe. Niye verdiniz, niye aldınız? Aklınıza en son “Ya bizim Sow vardı değil mi, duygusal oğlan. Tüm Beşiktaş maçlarında gol atıyordu hani, Müslümandı filan. Onu mu alsak acaba?” fikri geldi sanırım. Böyle bir transfer yapıldı. Ama Sow diğer üç forvetten daha iyi, ona göre hesap edin Fenerbahçe’yi.

Fenerbahçe’de oynadıkları her sezon, her maç, her saniye Avrupa’nın en iyi bekleri oldukları söylenen Caner ve Gökhan, kendilerinden beklendiği gibi, en azından benim beklediğim gibi, Avrupa kıtasına ancak geçebildi. Dünya’ya sorarsanız evet Avrupa, onlara sorarsanız aynı lig, tek fark Vodafone Arena.

Bizim 8 yıldır anlayamadığımız Caner’i, en kötü sezonlarını geçiren Inter 8 günde anladı, alır almaz kiraladı.

Gökhan Gönül de Barcelona mı, Beşiktaş mı derken, Beşiktaş’ta karar kıldı. Beşiktaş daha cazip teklif verdi herhalde, yoksa Barcelona da Beşiktaş’tan çok kötü bir takım değil, kafa kafaya oynar hatta gününde olursa. Ama Gökhan “istendiğini söylediği” Barcelona’yı tercih etmedi.

Aslında bizim bu güzide ve şişirme futbolcularımız her şeyin özeti.

Yönetimin Vitor Pereira kararları ise en güzeli. Pereira ile kesinlikle yola devam edilecek dendi, iki Monaco maçından sonra, ligden hemen önce şut. Sonra avukat (Dick) geldi, ama hakim (Ziyech) gelemedi.

Ülkemize yeni gelen transferlerin 2014 videoları izletiliyor sürekli. Öyle böyle videolar değil, futbolcular adeta yılan. Ama 2015 ve 2016’da bu adamlara ne olduysa, 2017 yılı için ülkemize gelmişler. Yeni takım arkadaşları, nezarettekiler gibi “sen nasıl düştün buraya kardeş” derlerse yeri.

Yıllardır Gökhan İnler transferini üç büyüklerden biri bitirecek dendi, ha bitti, ha bitiyor, derken Gökhan İnler kendisi bitti, Türkiye’ye geldi, hoş geldi.

Birçok yetenek, Türkiye’ye gelmek istemedi, şimdilerde Osmanlıspor’la bile kapışamayacak Ajax’ı, Crystal Palace’ı filan tercih etti. Takımlarını şampiyonluğa, dolayısıyla Avrupa’ya taşıyan geçen senenin iki adamından biri İtalya’nın yedincisini, diğeri Almanya’nın sekizincisini tercih etti. Seneye Avrupa’da yoklar.

Ligimiz Hollandalı kaynıyor artık. Advocaat, Riekerink, Van Persie, Van der Wiel, De Jong, Lens filan. Hollanda; hani şu bizim bile gittiğimiz Avrupa Kupası’na katılamayan, bizim 3 attığımız Hollanda.

Yeri gelmişken, Fenerbahçelilerin benden üç yıl geride olduğunu biraz ukalaca da olsa söylemek durumundayım. “Öperim bu aşkın ıstırabını” deyip kombinelerini bıraktılar; şimdi yönetim, “satışlarımız devam ediyor”, “valla geçen seneden pahalı değil kombine alın”, “kale arkalarında indirim yaptık gelin” açıklamaları ile değnekçilik yapıyor. Advocaat’ın bile iki lafından biri “tribünleri maça bekliyoruz, stat dolsun”. Ben bugüne kadar hiçbir hocamızdan böyle bir davet duymadım. “Sağlam desteklesinler”, “onların oluşturacağı baskı çok önemli” türünden açıklamalar tabii yapılıyordu ve yapılır ama, “lütfen maça gelin bizi yalnız bırakmayın” türünden beyanlar voleybolda, birkaç sene önce de basketbolda veriliyordu. Takımlarının en b.ktan zamanlarında Kadıköy’de tribünleri dolduran taraftarlar kritik Monaco maçlarında bile stadın beşte birini ancak dolduruyorsa, taraftar takımı eksik gördüğünden değil, fazla gördüğündendir. Artık o fazlalığın gitmesi gerekir.

Yeni adı ile FETÖ’yle çok iyi mücadele ettiğini söyleyerek prim yapmak isteyenler de siyasete girsin, çünkü futbol çok da hafife alınacak bir şey değil; siyaseti ise Burhan Kuzu bile yapıyor.

Sezonun tek güzel tarafı, adının "Turgay Şeren" olması. İyi olan kazansın; benim futboldan beklentim de jong, hevesim de…

Adli Yılı Açıyor Muyuz? Aaaaçtık!



Girişe gelişmeye sonuca gerek yok, kestirmeden söyleyelim: Adli yıl açılışı cumhurbaşkanının sarayında, evinde, ofisinde, kıraathanesinde olmaz. Yargıyla cumhurbaşkanının bir arada anılması hukuk devletlerinde mümkün değildir.

Cumhurbaşkanı, "çocuklar benim bahçemde rahatlıkla top oynayabilirsiniz" diyen Müzeyyen Teyze değildir; adli yıl açılışları da, komşuların yardımı ile yapılan sünnet düğünü değildir, kurdele ile tesis açmaya benzemez.

Cumhurbaşkanı, tüm hukuk kuralları ile herkes gibi bağlı olmak zorunda olan bir bireydir. Nasıl ki cumhurbaşkanına "ülkemizin birlik ve beraberliği için gelin bir dosyayı siz karara bağlayın" denilemeyecekse, yargı açılışının ev sahibinin cumhurbaşkanı olabilmesi de mümkün değildir. Cumhurbaşkanı adli yıl açılışlarına gelir, konuşmaları dinler, sonra da gider. O kadar.

Yargı; yasama ve yürütmeden ayrı, bağımsız bir güçtür, yargı çalışanları da açılışı cumhurbaşkanlığı binasında yapmayı geçtim, o binadan su dahi alamaz. Yargı, siyasilerle mesafesini korumalıdır.

Bu açıklamaların aksi, geçici ve samimiyetsiz olduğu su götürmez "milli mutabakat" laflarıyla ve "siyasetteki bahar havası yargıya da yansısın" gibi safdil bir gerekçeyle anlatılamaz. Hele ki, bazı yargı kararlarını tanımadığını alenen söyleyebilen, "damarına" basanlara karşı "öyle bırakmam onu" tehditleri savurabilen, yargı bağımsızlığı anlayışı sıkıntılı cumhurbaşkanına sırf darbe yapılmaya çalışıldı diye jest yapmak, yargının işi olamaz.

Hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri; kimseye, "Beştepe'de açılış yargı bağımsızlığını zedelemez" diyen Yargıtay Başkanı Cirit'e, “Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını toplantı yerinde, şekilde veya ideolojilerine uygunlukta arayanlar, işin özünü ve önemini anlamayanlardır” diyen Adalet Bakanı Bozdağ’a, bu açılışı birçok kurumun birbiri ile hareket etme “güzelliğine” yoran Başbuğ Bahçeli'ye, ne yaptığı veya ne yapmaya çalıştığı anlaşılamayan Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu'ya bırakılamayacak kadar önemli ve kutsaldır.

Yeni adli yılımız kutlu olsun.

16 Ağustos 2016 Salı

Bekleriz


Bir zamanların "ruhani" lideri, dini birlik ve beraberlik savunucusu şimdi terörist oldu. O zaman bırakalım "terörist" ifadesini kullanmayı, "emekli vaiz" dediğinizde yer yerinden oynardı. O zaman buna tepki gösterenler, şimdi "terörist" demediğimiz için tepki gösteriyorlar, şimdi "terörist" kelimesini en fazla onlar kullanıyor.

Şu "adı olağanüstü, kendisi ülkemizde olağan" süreçte en büyük derdimiz sapla saman karışmasın. Zamanında bu adama milyonlar destek verdi. En azından bunlardan iyi niyetlilerin ayrılması önemli. Kaldı ki bu adam da ancak 2013'ün sonunda kötü adam ilan edilebildi, o zaman "2013 öncesinde insanların iyi niyetli desteklerini neden bir teröristlermiş gibi sorguluyorsunuz, sorgulamakla kalmıyor tutukluyorsunuz bu insanları" denildiğinde "gölge etme başka ihsan istemez" türü cevaplar aldık. Bu tür cevapların nedeni suçlu rahatlığı da olabilir, bilemiyoruz. Ancak her zaman gölge yapan kişiler olduk, onu biliyoruz.

Ana rahmine düştüğünden bugüne kadar ilk ve tek doğru lafını geçen hafta eden Tuğrul Türkeş de, şu anda istenmeyen adam oldu. Dediği de şu: "Yolda arabanın amortisörü patlasa FETÖ'cüler yaptı diyorlar. Böyle yaygın bir hava var. Cadı avına döndürülüyor bu iş. Bunu çok sakıncalı görüyorum. Şimdi bunun iyisiyle kötüsünü, doğrusuyla yanlışını ayırt etmek lazım. O da çok büyük bir gayret gerektiriyor. Ona özen gösteriyoruz". Tepki çekmeyi ve siyaset sahnesinden silinmeyi her zaman hak eden bu şahsın sırf bu nedenle kötü olması bizde olaylara tepkilerin ne denli ilginç olduğunu da ortaya koydu.

Maddiyat-maneviyat yanında, "bazı kitaplar bombadan tehlikeli" diyerek veya bu söze katılarak da destek verdiğiniz antidemokratik, gerici ve bölücü güç, sırf iktidarınıza kalleşçe gasp etti ve siz ve yandaşlarınız buna karşı çıktınız diye demokrat olmuyorsunuz. "Onun için demokrasi naralarını bırakın, darbeye teşebbüste gerçekten kimlerin payı varsa soruşturun, yargılayın. Eğer amacınız bu yapıya tüm destek verenleri temizlemekse önce kendinizden ve saz arkadaşlarınızdan başlayın" demek en doğal hakkımız.

Bu arada biz, belki biraz iddialı olacak ama; akıl ve mantığın terk edildiği, din üzerinden iktidar savaşı verildiği, yönetenlerin cürüm sınırlarını zorladığı bu dönemde de her zaman olduğu gibi doğru yerdeyiz. Bir gün mutlaka bekleriz.

9 Ağustos 2016 Salı

UYAP

Türkiye'de UYAP sağlıklı ve başarılı şekilde çalışıyorsa bu ülkede her şey mutlu ve huzurludur. Esnafın yüzü güler, perakendeci ve toptancıların tezgahında mal kalmaz. Adliyeler, duruşma salonları doludur. Cezaevleri Türkiye'nin her vilayetinde lebaleptir. UYAP gittiği her kente kendi ile birlikte büyük bereketini götürür.

UYAP çalışmıyorsa Türkiye yoktur, hukuk yoktur, bolluk yoktur, insanlar yoktur, canlılar güç nefes alır ve bu ülke kısa süre sonra yaşayan yer olmaktan çıkıp, mezarlık olur. UYAP büyüklüğü ne hukuk büyüklüğü, ne demokrasi büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz.

“Bak bakalım komşularda da gitmiş mi?” kalıbını hala kullanmamızı sağlayan bu büyük Türk icadı UYAP’ı adli tatilde de sevgi ve saygılarımızla selamlıyoruz.