Öğrencilik hayatında
hafta sonu ödevlerini pazar gecelerine, yaz tatili ödevlerini eylül başlarına
sıkıştıran insanımızın kulüp yöneticiliği sürümünde, ağustos ayı sonunda
üstünkörü yapılan üst üste transferler yer alıyor. Pazar gecesi yapılan ödev
özensiz olduğu gibi, 31 Ağustos transferleri de en son elde kalan, zararına
satışlardan kaynaklı futbolcular oluyor.
Mesela son güne Sow’u
sığdırdı Fenerbahçe. Niye verdiniz, niye aldınız? Aklınıza en son “Ya bizim Sow
vardı değil mi, duygusal oğlan. Tüm Beşiktaş maçlarında gol atıyordu hani,
Müslümandı filan. Onu mu alsak acaba?” fikri geldi sanırım. Böyle bir transfer
yapıldı. Ama Sow diğer üç forvetten daha iyi, ona göre hesap edin Fenerbahçe’yi.
Fenerbahçe’de oynadıkları
her sezon, her maç, her saniye Avrupa’nın en iyi bekleri oldukları söylenen
Caner ve Gökhan, kendilerinden beklendiği gibi, en azından benim beklediğim
gibi, Avrupa kıtasına ancak geçebildi. Dünya’ya sorarsanız evet Avrupa, onlara
sorarsanız aynı lig, tek fark Vodafone Arena.
Bizim 8 yıldır
anlayamadığımız Caner’i, en kötü sezonlarını geçiren Inter 8 günde anladı, alır
almaz kiraladı.
Gökhan Gönül de Barcelona
mı, Beşiktaş mı derken, Beşiktaş’ta karar kıldı. Beşiktaş daha cazip teklif
verdi herhalde, yoksa Barcelona da Beşiktaş’tan çok kötü bir takım değil, kafa
kafaya oynar hatta gününde olursa. Ama Gökhan “istendiğini söylediği”
Barcelona’yı tercih etmedi.
Aslında bizim bu güzide
ve şişirme futbolcularımız her şeyin özeti.
Yönetimin Vitor Pereira
kararları ise en güzeli. Pereira ile kesinlikle yola devam edilecek dendi, iki
Monaco maçından sonra, ligden hemen önce şut. Sonra avukat (Dick) geldi, ama
hakim (Ziyech) gelemedi.
Ülkemize yeni gelen
transferlerin 2014 videoları izletiliyor sürekli. Öyle böyle videolar değil,
futbolcular adeta yılan. Ama 2015 ve 2016’da bu adamlara ne olduysa, 2017 yılı
için ülkemize gelmişler. Yeni takım arkadaşları, nezarettekiler gibi “sen nasıl
düştün buraya kardeş” derlerse yeri.
Yıllardır Gökhan İnler
transferini üç büyüklerden biri bitirecek dendi, ha bitti, ha bitiyor, derken
Gökhan İnler kendisi bitti, Türkiye’ye geldi, hoş geldi.
Birçok yetenek,
Türkiye’ye gelmek istemedi, şimdilerde Osmanlıspor’la bile kapışamayacak
Ajax’ı, Crystal Palace’ı filan tercih etti. Takımlarını şampiyonluğa, dolayısıyla
Avrupa’ya taşıyan geçen senenin iki adamından biri İtalya’nın yedincisini,
diğeri Almanya’nın sekizincisini tercih etti. Seneye Avrupa’da yoklar.
Ligimiz Hollandalı
kaynıyor artık. Advocaat, Riekerink, Van Persie, Van der Wiel, De Jong, Lens
filan. Hollanda; hani şu bizim bile gittiğimiz Avrupa Kupası’na katılamayan,
bizim 3 attığımız Hollanda.
Yeri gelmişken,
Fenerbahçelilerin benden üç yıl geride olduğunu biraz ukalaca da olsa söylemek
durumundayım. “Öperim bu aşkın ıstırabını” deyip kombinelerini bıraktılar;
şimdi yönetim, “satışlarımız devam ediyor”, “valla geçen seneden pahalı değil
kombine alın”, “kale arkalarında indirim yaptık gelin” açıklamaları ile
değnekçilik yapıyor. Advocaat’ın bile iki lafından biri “tribünleri maça
bekliyoruz, stat dolsun”. Ben bugüne kadar hiçbir hocamızdan böyle bir davet
duymadım. “Sağlam desteklesinler”, “onların oluşturacağı baskı çok önemli”
türünden açıklamalar tabii yapılıyordu ve yapılır ama, “lütfen maça gelin bizi
yalnız bırakmayın” türünden beyanlar voleybolda, birkaç sene önce de
basketbolda veriliyordu. Takımlarının en b.ktan zamanlarında Kadıköy’de
tribünleri dolduran taraftarlar kritik Monaco maçlarında bile stadın beşte
birini ancak dolduruyorsa, taraftar takımı eksik gördüğünden değil, fazla
gördüğündendir. Artık o fazlalığın gitmesi gerekir.
Yeni adı ile FETÖ’yle çok
iyi mücadele ettiğini söyleyerek prim yapmak isteyenler de siyasete girsin,
çünkü futbol çok da hafife alınacak bir şey değil; siyaseti ise Burhan Kuzu
bile yapıyor.
Sezonun tek güzel tarafı,
adının "Turgay Şeren" olması. İyi olan kazansın; benim futboldan
beklentim de jong, hevesim de…