Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109.
maddesinde düzenlenmiş; eski kanundaki adı ve avukat tabiri ile “hürriyeti
tahdit” suçu bu. Yani kişinin bir yere gitmesini veya bir yerde kalmasını
hukuka aykırı şekilde engellemek, bir kişiyi kilitlemek, zorla bir yere
götürmeye çalışmak, kişinin seyahat hürriyetini, genel anlamda özgürlüğünü
kısıtlamak bu suçun konusunu
oluşturuyor.
Suçun basit
halinin cezası bir ila beş yıl hapis. Suçun cebir, tehdit veya hile ile
işlenmesi halinde ceza iki ila yedi yıla çıkacak; silahla, birden fazla kişi
tarafından birlikte, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, kamu
görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, üstsoy, altsoy veya eşe
karşı, çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda
bulunan kişiye karşı işlenmesi halinde de ceza bir kat
artırılacak.
Sanırım hürriyeti tahdit suçu için bu kadar
anlatım yeter; sonuçta şerh yazmıyoruz. Gelelim bu açıklamaları yapma nedenime.
İstanbul Barosu avukatlarından Ömer Kavili;
Silivri’de bir mahkemede tutuklu müvekkili ile savunması öncesi görüşmek
isterken mahkeme başkanı tarafından uyarıldı, bu görüşmenin bir hak olduğu
Kavili tarafından hatırlatılmasına rağmen mahkeme başkanı bu hak ve görevi
Kavili’ye tanımadığı gibi, kendisi yaka paça duruşma salonundan “sürüklenerek”
ve “darp edilerek” çıkarıldı. Adalet Bakanlığı’ndan soruşturma izni alma usulü
de izlenmeden hakkında soruşturma açıldı, savcı Kavili’nin tutuklanmasını talep
etti ve sulh ceza hakimi Kavili’yi aynen şu gerekçelerle tutukladı:
“Şüpheli Ömer Kavili’nin eyleminin amacının
kutsal savunma hakkı olmadığı, aksine ters psikoloji ile müvekkilini ve
kendisini mağdur göstererek dosyada haklı çıkmaya çalıştığı, şüphelinin
eyleminin müdafii olduğu davayı sulandırmaya çalıştığı, şüphelinin tüm bu
eylemleri birlikte değerlendirildiğinde amacının halkın gözünde yargının ve
mahkemelerin itibarsızlaştırılmak olduğu, adalete olan güveni sarsmayı
amaçladığı, şüphelinin eylemlerinin haber niteliği taşıyarak toplumda infiale
sebep olduğu, delillerin henüz toplanmamış olması, şüphelinin kaçma veya
delilleri karartma ihtimalinin bulunması”.
Amaç savunma hakkı değilmiş, avukat “ters
psikoloji” yapmış, sanığı ve kendisini mağdur göstermeye ve davayı
sulandırmaya çalışmış, halkın gözünde yargıyı ve mahkemeleri
itibarsızlaştırmaya çalışmış filan… Şüphesiz bunların hiçbiri suç değil ve suç
olmadan tutuklamanın olamayacağı bir gerçek. Yine, bu gerekçeleri bir hukuk
öğrencisi, hatta bir lise öğrencisi ortaya koysa sınıfını geçemeyeceği, hatta
hocasından unutamayacağı fırçalar yiyeceği de bir gerçek. Ancak bu gerekçeler
şanlı devletimizin bir hakimi tarafından ortaya koyuldu, bu gerekçelerle usule
aykırı şekilde ve savcı ile hakimin kastı ile Kavili’nin hürriyeti tahdit
edildi.
“Bana Bir Şeyhler Oluyor” oyununda Altan
Erkekli’nin de dediği gibi, “bir insanı bir yere kapatmak suçtur; ama
kapattığınız kişi bir suçluysa bu bir cezadır”. Peki kapattığınız kişi bir
suçsuzsa ve bunu da hakimler savcılar gayet iyi biliyor, buna rağmen açık bir
suç işleme kastıyla kişiyi bir yere kapatmakta ısrar ediyorlarsa? Kişinin
özgürlüğü kısıtlanırken kişiye cebir uygulanıyorsa ve bu, kamu görevi nedeniyle
ve kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle yapılıyorsa? Bir
savcı ile hakimin; avukatın ters psikolojiyle haklı çıkmaya çalışmasının suç
olmadığını ve avukatın soruşturması için Adalet Bakanı tarafından soruşturma
izni verilmesi gerektiğini bilmemesi mümkün değil. Bu durumda, bir kişinin
özgürlüğünün kasten kısıtlanması neye karşılık geliyor? Ben size söyleyeyim:
dört ila on dört yıl hapis cezasına.
Geceyi tutukevinde geçirdikten sonra sabah
“derhal” salıverilen Kavili’ye karşı suç işlenmeye devam ediliyor; zira kendisi
hakkında bu kez yurt dışına çıkış yasağı koyuldu. Kavili’yi salıveren
özgürlükçü (!) hakimin mantığı şu: kişinin kaçma şüphesi yok, bu durumda
salıverelim, ama yurt dışına çıkamasın. Şüphesiz bu da bir hürriyeti tahdit.
İnsanlar suç işler, ne yapalım, Allah
hukukumuza zeval vermesin.