Ön Bilgi: Bu yazı; ne
ülke ile ilgili, ne sanatla, ne sporla, ne de hukukla. O nedenle etiketsiz bir
yazı oldu ve ilk kez bir yazıma hangi etiketi yerleştireyim, karar vermek
mümkün olmadı. Zaten yazıda da bir karar verememe hali var.
Efendim
bendenizin en önemli hobilerinden biri, laptop bakmak. Sürekli olarak laptop
bakıyorum, çok da anladığımdan değil aslında ama, onun şu özelliği varmış,
bunun bu özelliği varmış, o iyi ama RAM’i düşük, bu kötü ama çözünürlüğü çok
iyi, yok SSD, yok HDD derken, kendi çapımda bu konularda kafa yoran biri haline
geldim.
Son
dönemde bu uğraşın artmasının sebebi de, beş buçuk yıldır kullandığım, aynı
zamanda tablet olarak da kullanılabilen, ama benim hiçbir zaman tablet gibi kullanmadığım
laptopun iyice yaşlanmasıydı. Yüksek lisans tezime evde iyice yoğunlaşmam
gerektiğinde, laptopum iyice hantallaştı ve sonrasında yeni laptop acil ihtiyaç
haline geldi. Neredeyse teze her ekleme için ekstra 10-15 saniye laptopun
kafasının gelmesini bekledim.
Beş
buçuk yıldır kullandığım bilgisayarın özelliklerini yazmayacağım. Ancak beni
beş buçuk yıl götürmesine rağmen çok özellikli bir bilgisayar değildi. Sadece
ben, diğer kişisel eşyamda olduğu gibi, bunu da hor kullanmamaya gayret ettim,
hepsi bu. Mesela beyaz bir halı saha kramponum vardı, sol tekini neredeyse hiç
topla buluşturmadığımı, o tekin sağa göre daha beyaz olduğunu söyleyebilirim (esasında
burada hor kullanmamadan ziyade özeleştiri var da, neyse).
Diyeceğim
o ki; beni herhangi bir laptop en az 4-5 yıl götürür, özelliği pek de mühim
değil. Ama “bu kez iyi olsun, şusu şöyle olun, busu böyle olsun” diye
uğraştığımdan, yaklaşık iki yıldır değişik yoğunluklarla laptop bakmakta ve o
laptopu alamamaktayım.
Teze
yoğunlaşma dönemimdeyken, ofisimin yakınında bulunan bilgisayarcıya gittim, “bana
bir laptop” dedim. Baktık, ettik derken, birinde karar kıldım. Dedim herhalde
haftaya alırım. Bu arada internetten laptop araştırmaya, özelliklerine,
fiyat/performans dengesine bakmaya devam ediyordum. Bir cuma akşamı evimde
otururken, karar kıldığım laptopun 600 TL indirime girdiğini gördüm. Hemen
verdim siparişi.
Laptopum
geldi, gayet nazik, klavye sesi tatlı, gülüşü ince, kıvrak, şen bir laptoptu. Hatta
ofiste kullandığım sessiz faremi, ev için de satın aldım ki, yeni laptopa yeni
sessiz fare eşlik etsin. Laptopu birkaç gün kullandım, kullanımında sıkıntı
yok, gayet iyi; ancak enteresan bir şekilde laptopun, kapalıyken şarj yediğini
gördüm. Bu yeme, öyle “%75’ken kapattım, açtığımda %73-74’tü” değil. Sabah
evden çıkıyorsun %60, akşam eve geliyorsun %50. Ben de tabii, laptopu tamire
verdim. O tamirat üç hafta sürdü. Hatta tamiratın bittiği haberi gelmeden ben
gittim bilgisayarcıya, hayırdır diye. “Gelen bilgi, donanımdan kaynaklı sorun
olmadığı yönünde, ama tekrar sorduk cevap bekliyoruz” dediler. Yani bilgisayar
markasının teknik servisi, “sorun yok, kullanıcı şaabıyo” demiş. Ben de madem
öyle, süre de kaçmadı, cayma hakkımı kullanıyorum dedim ve caydım. Param iade
edildi. Hatta internette de şikayet ettim firmayı. Firma, sizi arayacağız dedi,
aramadı. Tamirattı, caymaydı derken bir ay gitti.
Neyse,
yeni laptopsuz hayatıma devam ettim. Yanlış anlaşılmasın, yeni ve laptopsuz
hayat değil; yeni laptopsuz hayat. Yani laptopum var, ama yeni laptopum yok.
Yeni laptopum olmayalı da çok oldu. Zaten o sürede tezi bitirdim bir şekilde.
Ancak yalan yok, o yeni laptopla, daha doğrusu, artık eski olan yeni laptopla
teze birkaç ilavem oldu. Yaklaşık 50-60 vuruşum olmuştur.
Şimdi
tez de bittiği için acil bir laptop ihtiyacım yok, ama aramaya devam ediyorum.
Arada ofisin yakınındaki bilgisayarcıya uğruyorum. Hatta bana bilgisayarcı
ağabeyler, o artık eski olan yeni laptopumu öneriyorlar. “O laptop ne diye
soran olursa, eski bir tanıdık dersin ağabeyim” diyorum, ilgilenmiyorum. Sağda
solda gördüğüm laptopları tutup kaldırıyorum, bu hafifmiş, bu ağırmış diye.
Park eden araca bakıp, “kaç basıyo bu” diye hız göstergesine bakan velet
gibiyim.
Aklıma
yatan laptopların kodlarını kopyalıyorum. Telefonumdaki not defterim kodlardan
oluşan bilgisayar modellerinden müteşekkil: CORE i5’ler, MX150’ler, W10’lar,
8565U’lar… “Şunun şu özelliği olsaydı kesin alırdım” diyorum, sonra bakıyorum,
o özellikli olanını da buluyorum; ama o zaman da, “biraz fiyatı insin” diyorum.
“Şarjı çabuk bitmesin”, “hafif olsun”, bunlar da gayet önemli benim için. Hafif
olmasının aslında pratikte çok bir faydasını da görmeyeceğim, çünkü genelde
evde takılıyorum. Ama olsun, hafif olsun. Şarjı da hemen bitmesin, çok önemli.
İnternette
bazı laptoplar için siteye not düşüyorum, “fiyatı düşünce haber ver” ve “stoğa
gelince haber ver” şeklinde. Eminim ki, o laptopun fiyatı da düşse, diğeri
stoğa da gelse, o laptopları almayacağım.
Bende
laptop iflah olmaz bir arayış haline geldi. Ben laptop almayı değil, laptop
bakmayı seviyorum. Bana laptop baktırın, gideyim, “aa bunun tipi ne güzelmiş,
kaç RAM diye” sorayım. Laptopun RAM’i iyi, çözünürlüğü kötü olduğunda,
“çözünürlüğü iyi olsaydı alırdım” diyeyim. Çözünürlüğü iyi olanı çıksın,
almayayım.
Başta
yazdığım gibi karar verememe de değil sanki bu durum, karar vermeyi istememe.
Bir akşam gaza geldik, indirimdi şuydu buydu diye. Aldık, ne oldu. Demek ki
karar verince de olmuyor.
Sonuç
olarak aklımda 5-6 laptop. Duruma göre almayı düşüneceğim. Alacağım demiyorum,
almayı düşüneceğim. Elimde beş buçuk yıllık laptop, arada takılıyorum, bloğa
yazı yazıyorum, Twitter, YouTube takılıyorum.
Öte
yandan, salondaki sehpanın altında sessiz farem sessizce kullanılmayı bekliyor,
halinden pek de memnun görünmüyor. Yedek kulübesindeki potansiyelli sağ açık
gibi görev için can atıyor. Ama görev vermiyorum, yeni laptopu alınca görev
vereceğim ona. Ferdi Kadıoğlu muamelesi yapıyorum yalnız ve güzel fareme.
Umarım
bu satırları, bir ruh hastasının abuk sabuk takıntısı olarak
yorumlamamışsınızdır. Anlayışınız için teşekkürler…
Bu
yazıya fotoğraf olarak ancak Dijital Binali ve Laptop Recai yakışırdı. Baykal Kent’i saygıyla anıyor, VJ Bülent’e uzun ömürler diliyoruz.