Kılıçdaroğlu
şehit cenazesinde saldırıya uğruyor, saldırgan serbest kalıyor. İmamoğlu’na
destek verenlerin saldırıya uğramaları, bıçakla, sopayla dövülmeleri de aynı
hesap.
Cenaze
saldırısından önce saldırgan grubun “Bay Kemal dışarı” sözlerindeki “Bay Kemal”
hitabının kime ait olduğunu biliyoruz; o hitabın sahibinin 31 Mart seçimi
öncesi zillet ittifakı olarak nitelediği grupla ilgili olarak twitter'da paylaştığı, “gizli
pazarlıkların, siyaset mühendisliklerinin, çıkar hesaplarının ürünüdür”, “Kandil’in
ve Pensilvanya’nın güdümündedir”, “yalan, iftira, hakaret ve inkar dillerinden
düşmez”, “mazluma hoyrat, zalime müşfiktir”, “kirli işler bitene, çıkar
çatışana kadardır”, “amacı da terör örgütlerinin uzantılarını belediye
meclislerine ve bürokrasisine taşımaktır” sözlerini de. Bu ittifak neymiş yahu,
değil mi?
O
paylaşıma göre cumhur ittifakı ise mazlumların yanında, hak ve hakikatin savunucusu
vesaire vesaireymiş bu arada. Yukarıda tam hali var. Başlığa ay yıldız da
eklemişler, hey yavrum be!
Sonuçta
en tepedeki adam, diğer grupla ve mensuplarıyla ilgili bunları söylüyorken,
cenazede yaşananların ve saldırganların akıbetinin neler olabileceği sır
değildi, neticede de olan oldu, salınan salındı. Buna karşı devletimizin mümtaz
bir diğer şahsiyeti de, Kılıçdaroğlu için “orada ne işi vardı” dedi. O kadar!
Hak
ve hakikatin savunucusu olanlar şimdi de 31 Mart seçimlerinin İstanbul
Büyükşehir Belediyesi kısmını kabul etmiyor, oylar çalındı diyorlar. Ancak tarihin
asla unutmayacağı bir karara imza atan YSK dahi, sırf sandık kurullarının teşekkülünden
kaynaklı olarak seçimi iptal ediyor. Yani çalma, çırpma yine yok. Ama ısrarla devlet
kanadında “oylar çalındı”, “hırsızlık yaptılar” denmeye devam ediliyor (“hem de
Ramazan ayında” gibi komik bir açıklama yapmayacağım, o ne lan öyle).
Ortada
hile yok, olsa bile kimin yapacağı belli. Zaten bu husus, malum tarafın “kesin
bir şey oldu”, “ben hayatımda böyle hile görmedim”, “öyle böyle hile
yapmamışlar ki anlayamadık” türevi soyut ve saçma açıklamalarında dahi saklı.
Öte yandan, kanun açıkça ihlal olarak nitelendirmesine rağmen, mühürsüz oylar
sırf sonuç onların lehine çıktığı için birkaç seçim önce kabul edildi.
31
Mart gecesi hatırlarsınız, bundan sonra icraat zamanıydı, 4,5 yıl seçim
olmayacaktı, canım şimdi kravatın sırası mıydı… Sonuç: Dört hafta zor
sabrettiler, yeniden seçim kararı alındı. O kadar!
Yine,
seçimler sonuçlanır, sandığa saygı duyulurdu, yoksa o demokrasi Sisi’nin
demokrasisi olurdu. Şimdi de, seçimin yenilenmesi bir ileri demokrasi örneği
oldu. O kadar!
Hukuki
bir açıklama yapmaya gerek yok, sadece şu soruyu soruyor ve huzurlarınızdan
ayrılıyorum: Bu yaşananların mağduru “zillettekiler” değil de “cumhurdakiler”
olsaydı, aynı neticeler oluşur muydu? Mesela saldırgan Kılıçdaroğlu’na değil
de, (bırakalım reisi) Süleyman Soylu’ya saldırsaydı, oy farkı ile İmamoğlu
değil de, Yıldırım kazansaydı, cumhur destekçileri bu desteklerini
paylaştıkları için dövülselerdi, nasıl kararlar alınırdı? Hepimiz cevap
anahtarını biliyorsak dağılabiliriz.
Şunu
da ekleyeyim: Kitleleri sürükleyen “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” sloganı bu
şahıslar tarafından “Her Yere Metro, Her Yerde Metro” olarak kullanıldı; “Her
Şey Çok Güzel Olacak” sloganı ise “Daha Güzel Olacak” oldu; yaratıcılıkları da
bu kadar, bunlardan korkulacak şey o kadar yok yani.
Neyse,
her şey gayet açık ve her şey gayet iyi biliniyor, sonlarının yaklaştığı gibi.
O kadar!