Uzun
zamandır yazmayı düşündüğüm bir Ersun & Aykut yazısını yazmanın zamanı
geldi, hatta geçti bile. Keşke o kadar gecikmeseydim de, Ersun Yanal için işler
kötü giderken yazan biri olmasaydım diye de hayıflanıyorum bir yandan. Çünkü
Ersun Yanal & Aykut Kocaman mukayesesi ile ilgili birkaç şeyi önceden söylemek
daha muteber olurdu benim açımdan. Olsun, söz uçar yazı kalır, geç de olsa
başlayalım.
Öncelikle
Ersun futboluyla Aykut futbolu arasındaki farkı, 2012-2013 ve 2013-2014
sezonlarını tribünde, hem de aynı yerden takip ettiğim için gayet iyi
biliyorum. Zaten o iki yıla ait lig puan tablolarından ve sonucundan da
anlaşılıyor bu fark. 2012-2013 sezonundaki ile aşağı yukarı aynı kadronun
2013-2014 sezonunda Ersun Yanal’la şaha kalktığını, ondan dolayı taraftarların
kendisine ayrı bir sempati beslediğini, hatta benim de onlardan biri olduğumu
söylemem yanlış olmaz. Ancak bazı abartılardan da uzak durmak lazım.
Tu
kaka edilen 2012-2013 sezonunda Fenerbahçe, UEFA Avrupa Ligi’nde yarı final
oynamış ve türlü şanssızlıklarla (sakatlık, ilk maçta farkın ve penaltının
kaçması vs.) finali kaçırmış takımdı. “Gönüllerin şampiyonu”, “gönüllerin
finalisti” gibi kavramların futbolda yeri yok; ancak o sene, Avrupa’da başarısı
sınırlı takımımızın kıl payı o finali ve kupayı kaçırmasının takım ve
taraftarları için bir anlamı olmalı. Nasıl ki 2007-2008 sezonunda Şampiyonlar
Ligi’nde çeyrek final oynadığımız ve efsane olarak görülen takım, o sene
şampiyon olamamasına rağmen taraftarlarca iyi hatırlanıyorsa (şampiyon olamaması
sonucu hocamız Zico kovulmuştu); 2012-2013’te Avrupa’da başarılı olan takımın
yerin dibine sokulması ve 2013-2014 için methiyeler düzülmesi pek mantıklı
gelmiyor.
2013-2014
için bir hususu daha eklemek lazım: “Nisanda şampiyon olduk” geyiğinin yegâne
sebebi, ligi o sene ikinci bitiren Galatasaray’ın 34 maçta sadece 18 galibiyetinin
ve 65 puanının olması. O sene rakiplerinden farklı olarak, Avrupa’da mücadele
de etmeyen ve kutsanan Fenerbahçe’nin ise o sene attığı gol sayısı 74, topladığı
puan da 74.
Örneğin,
“defansçı”, “yan pasçı” Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’de son dönemi olan ve
yerden yere vurulduğu 2017-2018 sezonunda takımın attığı gol sayısı 78,
topladığı puan 72.
Ersun
önce hücumcu, Aykut önce savunmacıdır tamam, bunu bir an için kabul edelim; ama
“Nisanda şampiyon”, “Fener Ersun’la uçuyor” vs. bunlar işin magazinsel tarafı. 2013-2014
sezonunda Fenerbahçe 23 galibiyetle şampiyon olmuş, yani öyle bir sürklase durumu
yok ortada (ondan sonraki sene Galatasaray 24, sonra Beşiktaş 25 galibiyetle şampiyon
olmuşlar).
Madem
“yaldır yaldır” şampiyonluk örneği verilmek isteniyor, o halde yine Aykut
Kocaman’ın çalıştırdığı dönem olan 2010-2011 sezonundan bahsedelim: Atılan gol sayısı
84, puan 82, galibiyet sayısı 26.
Yine
Fenerbahçe’nin Avrupa’da mücadele etmediği Mustafa Denizlili 2000-2001
sezonunda da (“Mustafa Denizli, rezil ettin sen bizi” tezahüratından 1 sene
önce), takım 82 gol atmış, 76 puan toplamış ve 24 galibiyetle şampiyon olmuş.
Tabii
bunlar Ersun Yanal’ın 2013-2014 sezonunda oynattığı güzel ve heyecan verici
futbolu ve seyir zevki açısından 2012-2013’ü geride bıraktığını gölgelemesin,
benim de amacım bu değil zaten. Ama 2013-2014 şampiyonluğu yukarıda bahsettiğim
kadardır, fazlası değildir.
Peki,
yukarıdaki bilgilere niye yer verme ihtiyacı hissettim. Şu Twitter ve yorumcu
kirliliğinden gına geldi artık, ondan. Bir dönem Sabri tu kaka edilirdi, bir
dönem Selçuk Şahin, biliyorsunuz. Bu “popüler geyikleri”, “yan de yanalım”ı,
Aykut Kocamanlı yıllarda geçen “Kocaman çöküş”, “Kocaman dert” veya “Kocaman
galibiyet” vs. haberleri bırakalım.
Bu
sene Ersun Yanal’ın oyun anlayışı ile 2013-2014 oyun anlayışının Allah’ı bir. “Kadro
bu, ne yapayım” değil mesele, takım gerideyken sahaya ofansif oyuncu yerine,
defansif oyuncu süren hocanın, takımı bir “ön libero takımı” haline getirmesi,
hem kendini, hem de kendisini takıma neredeyse transfer eden taraftarı inkar
etme anlamını taşıyor. Yine Aykut Kocaman’ın sözde Valbuena ve Alex takıntısı
ve sahaya sürekli Aatıf’ı sürmesinin benzeri, Ersun Yanal’da da var (örneğin Zajc
ve Ferdi’nin hiçbir surette oynatılmaması; yedekte o kadar adam dururken sürekli
Alper’e yer verilmesi ve Tolga Ciğerci’nin başka oyuncular varken kanatta oynatılması).
Günümüze
bakalım, Fenerbahçe’nin bu sezonki durumu şu şekilde: 12 maç, 6 galibiyet, 21
puan. Zaten güzel ve hak edilen olmakla birlikte fazla abartılan bir
şampiyonlukla bu takıma geldi Ersun Yanal, ona uygun hareket etmeli. Yoksa
ikinci bir veda uzakta değil.
Peki
veda durumunda, çare kimde? Çare; futbol dünyasında saygı ile karşılanan, futbol
görüşü ve kültürü olan, olgun, komplekssiz ve kaprissiz, kucaklayan bir teknik
direktörde. Tıpkı Zico gibi. Zico ki, takımda tüm futbolcuları babacanlığıyla bir
arada tutabilmeyi başardı, belki de en önemli meziyeti oydu. Yoksa ne çok iyi
bir taktisyen, ne çok iyi bir oyun okuyucuydu.
Hadi
Zico demişken bir bilgi daha vereyim. Fenerbahçe o bahsettiğim 2007-2008
sezonunda 02.04.2008 tarihinde Chelsea’yi Kadıköy’de yenerken, ilk 11’inde
Vederson, Önder Turacı, Uğur Boral ve taraflı tarafsız herkesin dalga geçtiği
Maldonado vardı. Chelsea’nin kadrosunu ise aşağıda görebilirsiniz.
Şampiyonlar
Ligi’nde o sezon, gruplardaki ilk maçımız olan ve Kadıköy’de 1-0 kazandığımız
Inter maçında da, rakip forvet Ibrahimović’ti, takımın yedeklerinde de Figo ve
Crespo vardı.
Sonuç
olarak; internet geyikleriyle, Ersun/Aykutla, Nisan/Mayısla, hakem/VAR’la zaman
kaybedecek lüksümüz yok. Olumluları baz alalım, ama abartmayalım, vasata da sırf
çevirelim (vasat oyuncu/iyi niyetli oyuncu/kaliteli oyuncu konularını bir ara
işleyeceğim). Bizi kalitesiyle ileriye taşıyacak futbolculara, bu mümkün
olamıyorsa, kalitesiyle ileriye taşıyacak hocalara ve futbol insanlarına
ihtiyacımız var; geyiklere yok.
Özetle;
heyecan, keyif ve başarı o 7140 metrekarelik alanda, oraya odaklan. Zor, ama
imkansız değil.