Genelde maç veya sezon önü
yazılar yazarım, takip edenler bilir. Sanırım ilk kez bir maç sonu yazısı
yazıyorum bazı şeyler içimde kalmasın diye (zaten bu bloğun da amacı bu değil
mi). Bununla birlikte bu yazı maç gecesi yazıldı diye fevrilik aramayın; son
derece sakin, hatta biraz da mutluyum.
Bu maçta kadroları
gördükten sonra hocaları dinlemek istedim. Önce Ersun Yanal çıktı yayıncı
kuruluşa, “Kadıköy’de sonucu Fenerbahçe belirler” gibi yine kof özgüveni
ile başladı sözlerine, sonra da “Takımı sadece ilk 11’le değerlendirmek
hatadır, 90 dakika uzun bir süre, 11’e bakmayın, takıma bakın” dedi. Sonra
Fatih Terim çıktı, neden böyle bir kadro ile çıktığını söyledi ve “Ümit
ederim taktiksel manada tercih ettiğimiz 11 gereğini yapar” dedi. Yani
Terim, çıkabileceği en iyi 11’le çıkma taraftarıydı; Ersun Yanal ise “Benim
en iyi 11’im bu değil, ama duruma göre yerine birilerini alırız, çok da ş’apmayın”
der gibiydi. Bu röportajlardan dahi kimin daha iyi hazırlandığı belliydi
maça. Zaten ilk saniyeden de anlaşıldı bu durum.
Yukarıda neden “biraz da
mutluyum” dedim, açıklayayım. Fenerbahçe’nin 2000’li yıllarda seri yapma
nedeni, maçlara hem takımın hem de taraftarın rahat çıkmasıydı; baskıyı Galatasaray
yaşıyordu. Son beş yıldır ise Galatasaray rahat başlıyor, Fenerbahçe “aman seri
bozulursa” diye gergin ve sağlamcı oynamaya çalışıyor. Maçın sonunda örneğin Fenerbahçe
berabere kalırsa, “hasret bilmem kaç yıl oldu” diye gönderme yapılıyor. Son beş
Kadıköy derbisinin kaçını aldın veya kaçında oynadın da, koreografi ile bunun
dalgasını geçiyorsun? 1999’dan 2009’a kadar 10 yıl üst üste galip gelmek tamam,
bunu yaşadık. Bunların koreografisi de yapıldı, haklıydı. Ancak özellikle son
beş yılda durum değişti, rüzgâr tersine döndü, Trabzonspor deplasmanlarında
olduğu gibi. O nedenle saçma sapan oyunlardan sonra sırf yenilmediğimiz için “kaderinden
kaçamazsın”, “en son yendiğinizde bilmem ne yoktu, şu icat edilmemişti” gibi
gereksiz lafların son bulacak olması kuş gibi hafifletti hafif bünyemi. Bu maç
öncesi, “Seni de Seni Seveni de Sevmiyoruz” pankartını açan tribünlerin, o
maçta mağlubiyet tatması ise son derece hoş bir tesadüftü benim açımdan.
Yirmi yıldan fazladır
bilinçli maç izlediğimi düşünen bir Fenerbahçeli olarak, Galatasaray karşısında
en kötü Kadıköy performansı izlediğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. Bundan sorumlu
olanlar mutlaka bir veya birkaç kişi değil, hemen herkesin payı yüksek burada.
Sürekli alınan stoperler
ve bu stoperlerin Jailson’u dahi kesememeleri hususu ise sadece bir cümle
olarak kalsın: O zaman alma değil mi?
Ezcümle; bu maça yöneticisiyle,
hocasıyla ve taraftarıyla kötü hazırlanan Fenerbahçe, daha da kötü sonucu hak
etmişken, 1-3’le mağlup ayrıldı sahadan. Bundan sonraki maçlara yönetimiyle,
hocasıyla, oyuncusuyla, taraftarıyla “Eski Fenerbahçe” gibi çıkması ümidiyle. Kof özgüvene yer yok.