Diyelim ki avukata işiniz düştü. Dava açacaksınız veya
hakkınızda dava açıldı. Ne yaparsınız? İşiniz çok da mühim değilse ucuz avukat
bulmaya çalışırsınız herhalde, zaten yapılabilecek ekstra bir şey yoktur. Ama
sizin için hayati bir işse gerçekten alanında iyi bir avukata ihtiyacınız vardır.
Bu nedenle işi, tabii ki ehline vermek ister, herhangi bir yerden alışveriş
yapıyor gibi fiyat/performans araştırmasına girişirsiniz.
Yani “işimi şu avukata verirsem ne kadara mal olur” ve daha
da önemlisi “bu avukat işimi çözebilir mi?” Eğer avukatla müvekkil yüksek bir ücrette
anlaşırsa ve o avukat işi halledemezse, sonunda “keşke başkasına işi verseydim,
o da çözemezdi belki ama en azından şu kadar param ‘boşa’ gitmezdi” düşüncesi… Bir
nevi, “parayı Güiza’ya değil de bizim Ahmet’e vereyim, o da en fazla Güiza kadar
gol kaçırır zaten” mantığı…
Şöyle düşünen potansiyel müvekkiller de vardır: “Ben işi
ehline vereyim, kafam rahat etsin. Artık o da çözemezse, yapılacak bir şey
hakikaten yoktur. En azından kafamı duvarlara vurmam, ‘başka avukata verseydim
işi’ demem” (bunlar genelde zengin olurlar).
Potansiyel müvekkil adaylarının kafalarındaki bir kısım sorular
bunlardır ve bu sorular pek tabii ki kendi içlerinde makuldür.
Şimdi bu soruların yanına biri daha eklenecek. Alanında uzman,
hukuki sorunun üstesinden gelmesi kuvvetle muhtemel bir avukatla
anlaşacaksınız. Ancak o avukat, İstanbul’daki C Barosu’na kayıtlı. “Hayda! Ne
güzel anlaşıyorduk, konuya da vakıftı. E hâkimi de öğrendik, badem bıyık. Hatta
geçen Twitter’da, ‘heybetini gizli tut Reis, duruşun çakalları korkutuyor’
paylaşımını beğenmiş; 2 Mayısta da ‘Vatanına göz dikeni ez oğlum! Dostun kim
düşmanın kim sez oğlum’ tweetini de retweet etmiş.
Nasıl olacak? Bizimkine kıl kapmasın mı? İyisi mi ben A Barosu’ndan bir avukat
bulayım”.
Bunların hepsi olur, her şey olur. Sadece bu değil, daha neler olur? Neden böyle bir düzenlemeye
başvurma gerekliliği varsa, o gereklilik bu barolar ve mensubu avukatların
aleyhine sirayet edecek her şeye gebe olur. Anayasa m.135/6’ya göre bir kısım
baroların sorumlu organlarının görevine “amaçları dışında faaliyet
gösterdikleri için” son da verilir. Önemli olan “bekaysa”, “milletse”, “vatansa”,
demokratik bir seçimle gelen barolar da parçalanır, onların içinde bazı barolar
da ayıklanır, bir kısım “hukukçular”, kendi mahallesindeki örnekleri hiçe
sayarak ve o örnekleri demokrasiyle bağdaştırarak, baro seçimleri için “ne yani
şu kadar oyla şu kadarlık avukatlara hükmetmek demokratik mi” de der. Olur yani
bunlar. Nasıl olsa biz hukuku rafa kaldırmaya teşneyiz.
Belli bir avukatı bu barolardan birine üye olmaya “hukuken” zorlamak
de işin ayrı bir baskı unsuru. İşinin görülmesi, parasını kazanması, “yolunu bulması” için kendisini
“Hak Yol Barosuna”, ne bileyim “Pelikan Barosuna” kaydolmak zorunda hisseden
avukatları da düşünelim. Şiddet mutlaka vurmayla, kırmayla olmaz; böyle de
olur. Olacak da…
Bu teklifi düşünelim; avukatı, hâkimi, savcısı, vatandaşı, iktidarı, muhalefeti, Reisçisi, (d)evletçisi, laiki, İslamcısı, hep birlikte düşünelim. Kritik bir dönemeç bu. Herkesin avukata ihtiyacı olur. Onların da…