Rıza Bey ve Sebahattin Bey.
Biri 9 Nisan’da gitti, biri 21
Mayıs’ta. Arada 42 gün, yani tam 6 hafta.
Denize nazır evleri yürüme
mesafesindeydi, balkonları uzaktan gözükürdü. Şimdi ise mezarları itibariyle komşular,
yine denize nazır. Sebahattin Bey toprağa kavuştuğunda, Rıza Bey “hoş geldin”
der gibiydi sanki dünürüne.
Hayatlarında hep efendiydiler,
vefatlarında bile; çekmediler, çektirmediler. Yaşadıkları gibi efendi göçtüler.
O kadar ki; ikisi de cumartesi gitti, pazar günü toprağa verildi. Vedalarını bile
hafta sonuna denk getirdiler.
Cenazelerde zaten kötü
konuşulmaz da, gelenler de ayrı bir sevgi ve saygı sundu onlara. Ne kadar
farklı bir güzelliğe ve özelliğe sahip olduklarını orada da gördük.
Rıza Bey cumhuriyetten 6 yaş,
Sebahattin Bey 4 yaş küçüktü. Cumhuriyeti ve Atatürk’ü çok sevdiler. O sevgiyi
aşıladılar. İlericiydiler, emekçiydiler.
Cumhuriyetle doğdular, güzel
evlatlar yetiştirdiler. Evlatları da evlatlar yetiştirdi, gördüler. O
evlatların evlat yetiştirmelerini de görebildiler.
Buna mukabil pandemi denen şeyi de
gördüler, eve hapsoldular. Moralleri bozuldu; gazetelere, bulmacalara, TRT Müzik’e
tutundular son günlerinde. Haberlere baktılar sürekli, üzüntülü ama
umutluydular. Cumhuriyet çocuğu umutsuz olur mu?
Şimdi, istedikleri ülkenin
müjdesini evlatlarının evlatlarının evlatları, olmadı onların evlatları verecek
büyük dedelerine. Yapacaklar, yapacağız…
Her şey için teşekkürler;
minnettarım, minnettarız…