Kaç yıl oldu
saymadım (köyden göçeli) sinemaya gitmeyeli. Gerçekten en son hangi filmi
izlemişim bilmiyorum. Ölümlü Dünya olabilir 2018’in Ocak ayında
gittiğim. Hatta filmden önce klasik ayakkabı almıştım, iyi hatırlıyorum. O
filmden yıllar sonra, üç gün önce bir filme gittim; aradan 4 yıl 8 ay
geçmiş. Önceki filmden önce aldığım o ayakkabı eskidi, bugün kendime yeni
klasik ayakkabı aldım. Klasik giyinme zorunluluğu olan, haftanın en az iki günü
o ayakkabıyı giyen şahsım bence iyi kullanıcıymış. Ama anlaşılan o ki, iyi bir
sinema izleyicisi değilmişim.
Gittiğim film
Aşk, Mark ve Ölüm; belgesel diyebiliriz kendisine. 1960’lı yıllardan
günümüze Almanya’daki Türk işçilerin sosyoekonomik durumlarını da işleyen,
merkezine Türklerin yaptığı müzikleri alan hoş bir belgesel, Twitter’a yazdığım
gibi, Mustafa’s Gemüse Kebap tadında bir film olmuş. Tavsiye ederim; ama
kimlere tavsiye ederim, Doyçland’a, dönemin Türk işçileri ile ilgili tarihsel
hadiselere, Türk-Alman ilişkilerine ilgi duyanlara, bağlama sevenlere, hatta
Cem Karaca sevenlere…
Özellikle
Almanya’da Türk düğünlerinin furya olduğu, daha doğrusu furya olmaya başladığı
dönemde, o dönemin şahitlerinin anlatımları ve ses sanatçılarının röportajları
gayet eğlenceli. Ses sanatçılarının çoğu zaten eğlenceli: Sanat Güneşi ve
Diva’nın Doyçland versiyonları mı dersin, Köln Bülbülü mü dersin…
Almanya
hükümetinin yabancı işçileri, Almanca tabirle gastarbeiterları gazlayan,
destekleyici kampanyaları ile Doyçland halkının Türklere ve müziklerine bakışı ile
ırkçılıkları da belgeselde önemli bir yer kaplıyor.
Ara ara
üzüleceğiniz, ara ara küfredeceğiniz, ara ara güleceğiniz, gelgitleri olan, samimi
bir iş olmuş. Zaten o yüzden adı Aşk, Mark ve Ölüm. Emeği geçenlere tebrikler!
Film, Anadolu
Yakasını bilenler için söylüyorum, Kadıköy Sinemasında mevcut. Auf wiedersehen…