“1923’te Cumhuriyet kurmaktan
başka yol var mıydı? Kokuşmuş Osmanlı hanedanı sınırdışı edilmiş. Memur çocuğu
Mustafa Kemal’in hanedan kuracak soyu sopu yok. Elbette tek yol Cumhuriyet’ti.
Seçim, Cumhuriyet demokratik mi olacak, totaliter mi olacak arasındaydı.
O, ikincisini seçti”.
Üsttekine herhalde biraz tepki
geldi de, onun üzerine:
“Her şeyi lafzıyla anlayan ergenler
gibisiniz. Bir monarşiyi sürdürecek aristokratik geçmişi ve geleceği yoktu
demek istediğim anlaşılmıyor mu? Şöyle sorsaydım keşke: Cumhuriyet rejimi
yerine hangi rejimi getirebilirdi? Başka hangi seçenek vardı da bunu seçtiği için
alkışlıyoruz”.
Bunu yazan şahsın ismi Ayşe Hür; Google’a
sorduğunuzda araştırmacı-yazar diyor. Bu kadar araştırabilmiş, bu kadar yazabilmiş.
Sadece araştırsa daha iyi olabilirmiş tabii. Çünkü işin kötü tarafı, araştırdıktan
sonra yazmaya da karar vermiş. Twitter hesabının üst kısmına, yazdığı kitapların
görselini eklemiş bu abla, öteki tarih seçkileri gibi bir şey yapmış.
Yok Mustafa Kemal Atatürk Dönemi’nin Öteki Tarihi, yok Osmanlı’nın Öteki
Tarihi, yok Kürtlerin Öteki Tarihi…
“Öteki”, “derin”, “kontra” vs.
tabirler ürkütmüştür hep beni zaten.
Bir keresinde, Derin Tarih
diye bir dergi görmüştüm. Ya kapaktaki o konu ya kapağın kendisi ilgimi çekmiş
olacak ki, alıvermiştim dergiyi. Sonra çaydanlığı kulpsuz tutan insan gibi,
atıvermiştim evde. Bir de para vermişim dergiye, bakınız. Daha genciz tabii, paranın
kıymetini anlamıyoruz. Aynı hatayı bir de Beşiktaş Alkım’da yaptım, şu an Kırmızı
Kedi olan yerde. Law student olduğumdan dolayı sürekli gittiğim Alkım’da
bedavaya Taraf vermişlerdi. Sanırım gazetenin çıktığının ilk haftasıydı.
Ben de almış, evde bir göz gezdirmiştim. Sonuçta öğrenci evi, gazeteye
ihtiyaç oluyor, üzerinde fındık filan kırıyoruz vs. Sonra yine baktım 1-2 sayfasına,
Derin Tarih gibi oldu, elimden attım, fındığı başka şeyin üzerinde
kırdım.
Bu Hürler filan da böyle tabii. Özellikle
29 Ekimlerde severler böyle yazmayı. Normalde de saçmalarlar da, 29 Ekimlerde
vitesi artırırlar. Fatih Tezcan da böyledir. Hür’ün çok kitabı, Tezcan’ın hiç
kitabı olmasının, pek tabii şahsım açısından hiçbir anlamı yoktur.
Buna mukabil “Elif’in Öküzcüsü” öyle
değildir mesela. O 29 Ekimlerde değil, her gün aynı derece meczuptur. Geçen çok
güzel laf etti, dedi ki Öküzcü; “Şimdiye kadar Müslümanlardan hiç düşmanlık
görmedim. Düşmanlığı, bir diktatörü kendilerine Ata belleyen Atatürkçülerden
gördüm. Atatürkçülük ahlaki yozlaşmışlığın ve bağnazlığın en aşırı ucudur”.
Normal bir gündü bir de, 20 Eylül
filan…
Yukarıdaki abla da, araştırmış,
bakmış, etmiş; “Yaee zaten Atatürk başka ne kuracaktı ki, cumhuriyet kuracaktı tabii
evvroevruaaavuyr” (son kısmı ben de anlamadım, bir anda klavyemden çıktı, gevrek
gevrek konuşmanın Hürcesi diyelim).
Tabii burada da vites artıyor Hür’de;
diyor ki, zaten cumhuriyet seçecekti ama onu da iyi seçememiş, totaliterden
seçmiş.
“Kardeşim, yazın karpuz
alacaksın zaten, portakal alacak hâlin yok. Ama karpuzda da iki ihtimalin vardı,
Diyarbakır olacaktı, sen Diyarbakır da seçememişsin”in Hürcesi de
diyebiliriz bu yoruma.
“Neyse, bu kadar hür olmak yeter,
biraz da Mahir Ağabeyimize bakalım” diyecektim ki (hatta itiraf edeyim, iki
paragraf da yazmıştım, sildim), vazgeçtim, orada bir çelişki görmediğime karar
verdim. Daha önce bir yazıda yazmıştım, “bir şeyi yıkan, o şeyi yapanı sevmez”.
Yalan mı? Sevmez, sevmediği için yıkar yani. Bu nedenle Mahir Ağabeyime bir şey
demiyorum.
Reis kızmış bu arada ona o sözleri
için, “şimdi söylenecek laf mı” diye. Çok güzel; “laf doğru ama
zamanı değil”.
Hâlbuki her şeyin zamanı be
artık, ne olacak. Daha ne olabilir ki?
Yüz’ünden gün aldığımız
cumhuriyetimiz iyi ki doğmuş. Hürler de olur, başkaları da, boş verin. Mutlu yıllar…