* Son Tıkılak/Takılak
yazımızı “Yaşasın 1 Mayıs!” cümlesiyle bitirmişiz. Bu sene 1 Mayıs, çarşamba
gününe geldi ve bizim insanlar Perşembe ve Cuma izin alıp bu günleri hafta
sonuyla birleştirip beş günlük tatile çıktı. Haftanın ortasındaki bir gün bile
buna yetti anlayacağınız, anlayacağımız. Yani Çarşamba tatil olmasa da, herhangi
bir perşembe, cuma gününde izin alsan dört gün tatile gidebiliyorsun. Tatilin 4
günlük olmasıyla, 5 günlük olması arasında kayda değer fark yok sonuçta. Demek ki
insanımızda bu kadar bunalmışlık, bu kadar cana tak etmişlik, bu kadar rahat
nefes alalımlık durum mevzubahis. Bir şey d(iy)emiyorum.
* 13
yıllık meslek hayatında ne tecrüben var diye sorarsanız, ilk şunu söylerim: Ödemesini
ne zaman getireceği ile ilgili “İnşallah şu tarihte getireceğim” diyen müvekkil
ödemesini getirmiyor; “inşallahsız” şekilde, “Şu tarihte getireceğim.” diyen
getiriyor.
* Size
benden bir takıntı (tıkılak, takılak, takıntı). Kitaplarımın ilk sayfasına (ilk
sayfa gözüme pek uygun gelmediyse 3. sayfasına) çoğumuz gibi adımı soyadımı, kitabın
alındığı zamanı (tarih veya ay yıl olarak), yine duruma göre alındığı yeri (bazen
kitabevinin adı, bazen şehir, bazen ilçe olarak) yazıyorum. Ancak; aynı yazarın
bir başka kitabına, öncekini nasıl yazdıysam, onu da aynı şekilde yazıyorum/yazmak
durumunda hissediyorum. Mesela önceki “ad soyadı, altına Ocak 2021” ise, yeni
kitaba da “ad soyadı, altına Temmuz 2024” yazıyorum. Öbür türlü bana yazara özensizlik/saygısızlık
gibi geliyor. Bir de şu var, internetten aldıklarıma tabii bir şey yazmıyorum. Ama
kitabevinden aldıysam ve o kitabevini yazdıysam, o yazarın başka kitaplarını da
kitabevinden alacakmışım gibi bir durum oluyor. Güzel bir şey bence, mutlu edesi.
* Meslek hayatı
dedik. Mal bir durumdan bahsedeyim size. Savcının kapısını çalıyorsun adliyede
mesela, savcı telefonda konuşuyor, rahatsız etmemek için çıkıyorsun, “Ben sonra
geleyim.” diyerek. O da zaten işaret parmaklarıyla “bir saniye” işareti yapıyor
veya senin cümlenden sonra kaş göz yapıyor “tamam” anlamında. Sonra bir müddet
dışarıda bekliyorsun savcıyı. Kalıyorsun öyle…
Konuşması bitince,
kapısını açıp “buyrun” demiyor savcı; ama belki konuşması bitti. Bekliyorsun
mal gibi. Sen odadan çıktıktan 1 dakika sonra da giremiyorsun, devam ediyor
olabilir konuşma. O zaman baskıcı insan olursun. 15 dakika beklersen de, belki
konuşması 20 saniye sürdü adamın veya kadının, o zaman 14 dakika 40 saniye boşuna
beklemiş oluyorsun. Salak bir durum.
Tek derdimiz
bu olsun tabii. Yüzünü gördüklerine şükredelim o ayrı.
* İş
için Çatalca Adliyesi’ndeyim, öğle arası olmuş. Adliyeye yakın bir köftecide
köfte bekliyorum. Bir şarkı çalıyor, Serdar Ortaç’ın Yaz Yağmuru şarkısı.
Ancak söyleyen başka biri, tanıdık bir kadın, eskilerden. Mucize ve hayat kurtarıcı
uygulama Shazam marifetiyle bakıyorum, söyleyen Ayten Alpman. Çok ilginç…
Bu şarkıyı daha
önce Alpman söylediyse ve Serdar ortaç’ın coverıysa bu, garip; Serdar
Ortaç’tan sonra söylediyse daha garip. Bu son kısma “ki değil tabii” yazacaktım,
hakikaten Ayten Alpman’ın coverladığı bir şarkıymış. 9 yıl önce söylemiş
Ayten Alpman. Çok ilginç. İlginç olan bir husus da, köftecide bulunduğum süre
içinde şarkının üç kez çalınması. Araya başka şarkı alıp alıp çaldılar şarkıyı.
Demek ki Ayten Alpman bilgisi de köfteciye yeni gelmiş.
Ümit Besen de Aşk Durdukça
(Dünya Döner Tek Bir Yana) şarkısını güzel söylemişti. Müslüm var bir de
tabii. Bir Ömür Yetmez ki iyiydi. Paramparça ise, Teoman’la güzel…
Dipten kum çıkarmalı tatiller…