30 Temmuz 2024 Salı

Tıkılak/Takılak V

 

* Son Tıkılak/Takılak yazımızı “Yaşasın 1 Mayıs!” cümlesiyle bitirmişiz. Bu sene 1 Mayıs, çarşamba gününe geldi ve bizim insanlar Perşembe ve Cuma izin alıp bu günleri hafta sonuyla birleştirip beş günlük tatile çıktı. Haftanın ortasındaki bir gün bile buna yetti anlayacağınız, anlayacağımız. Yani Çarşamba tatil olmasa da, herhangi bir perşembe, cuma gününde izin alsan dört gün tatile gidebiliyorsun. Tatilin 4 günlük olmasıyla, 5 günlük olması arasında kayda değer fark yok sonuçta. Demek ki insanımızda bu kadar bunalmışlık, bu kadar cana tak etmişlik, bu kadar rahat nefes alalımlık durum mevzubahis. Bir şey d(iy)emiyorum.

* 13 yıllık meslek hayatında ne tecrüben var diye sorarsanız, ilk şunu söylerim: Ödemesini ne zaman getireceği ile ilgili “İnşallah şu tarihte getireceğim” diyen müvekkil ödemesini getirmiyor; “inşallahsız” şekilde, “Şu tarihte getireceğim.” diyen getiriyor.

* Size benden bir takıntı (tıkılak, takılak, takıntı). Kitaplarımın ilk sayfasına (ilk sayfa gözüme pek uygun gelmediyse 3. sayfasına) çoğumuz gibi adımı soyadımı, kitabın alındığı zamanı (tarih veya ay yıl olarak), yine duruma göre alındığı yeri (bazen kitabevinin adı, bazen şehir, bazen ilçe olarak) yazıyorum. Ancak; aynı yazarın bir başka kitabına, öncekini nasıl yazdıysam, onu da aynı şekilde yazıyorum/yazmak durumunda hissediyorum. Mesela önceki “ad soyadı, altına Ocak 2021” ise, yeni kitaba da “ad soyadı, altına Temmuz 2024” yazıyorum. Öbür türlü bana yazara özensizlik/saygısızlık gibi geliyor. Bir de şu var, internetten aldıklarıma tabii bir şey yazmıyorum. Ama kitabevinden aldıysam ve o kitabevini yazdıysam, o yazarın başka kitaplarını da kitabevinden alacakmışım gibi bir durum oluyor. Güzel bir şey bence, mutlu edesi.

* Meslek hayatı dedik. Mal bir durumdan bahsedeyim size. Savcının kapısını çalıyorsun adliyede mesela, savcı telefonda konuşuyor, rahatsız etmemek için çıkıyorsun, “Ben sonra geleyim.” diyerek. O da zaten işaret parmaklarıyla “bir saniye” işareti yapıyor veya senin cümlenden sonra kaş göz yapıyor “tamam” anlamında. Sonra bir müddet dışarıda bekliyorsun savcıyı. Kalıyorsun öyle…

Konuşması bitince, kapısını açıp “buyrun” demiyor savcı; ama belki konuşması bitti. Bekliyorsun mal gibi. Sen odadan çıktıktan 1 dakika sonra da giremiyorsun, devam ediyor olabilir konuşma. O zaman baskıcı insan olursun. 15 dakika beklersen de, belki konuşması 20 saniye sürdü adamın veya kadının, o zaman 14 dakika 40 saniye boşuna beklemiş oluyorsun. Salak bir durum.

Tek derdimiz bu olsun tabii. Yüzünü gördüklerine şükredelim o ayrı.

* İş için Çatalca Adliyesi’ndeyim, öğle arası olmuş. Adliyeye yakın bir köftecide köfte bekliyorum. Bir şarkı çalıyor, Serdar Ortaç’ın Yaz Yağmuru şarkısı. Ancak söyleyen başka biri, tanıdık bir kadın, eskilerden. Mucize ve hayat kurtarıcı uygulama Shazam marifetiyle bakıyorum, söyleyen Ayten Alpman. Çok ilginç…

Bu şarkıyı daha önce Alpman söylediyse ve Serdar ortaç’ın coverıysa bu, garip; Serdar Ortaç’tan sonra söylediyse daha garip. Bu son kısma “ki değil tabii” yazacaktım, hakikaten Ayten Alpman’ın coverladığı bir şarkıymış. 9 yıl önce söylemiş Ayten Alpman. Çok ilginç. İlginç olan bir husus da, köftecide bulunduğum süre içinde şarkının üç kez çalınması. Araya başka şarkı alıp alıp çaldılar şarkıyı. Demek ki Ayten Alpman bilgisi de köfteciye yeni gelmiş.

Ümit Besen de Aşk Durdukça (Dünya Döner Tek Bir Yana) şarkısını güzel söylemişti. Müslüm var bir de tabii. Bir Ömür Yetmez ki iyiydi. Paramparça ise, Teoman’la güzel…

Dipten kum çıkarmalı tatiller…