30 Ekim 2025 Perşembe

Hukuka Kıymayın Efendiler

 

Avukatlarda hukuki iştah kalmadı.

Ceza dosyalarını ele alalım. Hâkim ve savcıların karar ve talepleri bir hukuk fakültesi öğrencisi tarafından yazılsa, öğrenci 100 üzerinden 10 dahi alamaz, meslektaş adayının hukuk temel bilgileri eksik sayılır, hatta hocası tarafından öğrenci, cahillikle suçlanır, sınıftan kapı dışarı edilir, sonra da takar hoca o öğrencisine. Ancak mevzubahis kararlarla ve taleplerle pekâlâ insanlarımız tutuklanabilirler, kapalı ceza infaz kurumuna koyulabilirler. Hatta bu durum, bir kural hâlini alır.

Savcı, şahısları tutuklamaya sevk ettiğinde sulh ceza hâkimleri tutuklar; savcıların talepleri ile sulh ceza hâkimleri bağlıdır. Tutuklamaya sevk varsa demek ki şahıs tutuklanacaktır. Savcı adli kontrol isterse tamam, o durumda hâkim artık tutuklayamaz (Ancak geçende bir meslektaş paylaştı ve gördük ki, o şekilde dahi tutuklayabilir).

Bu arada savcı, şahsı tutuklamaya sevk etmeden önce şahsın ifadesini de almaz, dosyasına şöyle bir bakması (veya şöyle bir bakmaması) yeterlidir. Görmez yani şahsı; doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor, ifade verirken gergin mi, tavana bakıyor mu bilmez; bilmesine de gerek yoktur. Nasıl olsa kolluk görevlilerimiz “operasyonlarını” yapmış, ifadeleri almış, talimat üzerine “mevcutlu” olarak getirmişlerdir şahısları. Zaten savcı hangi birini dinleyebilir? Operasyon operasyon üstüne…

Gidersiniz Emniyete, bir şubeye girersiniz, hangi operasyon için geldiğinizi sorarlar. Hangi operasyon için geldiğinizi söyler, sıraya girersiniz. Birkaç günün sonunda şahıslar tutuklanır, cezaevine gönderilirler.

Bu kez itiraz süreci başlar. İtirazınızı 7. kat “terör ön bürodan” sunarsınız. Dosyanız terör dosyası olmasa da, “operasyon ciddiyse” terör dosyası sayılır, iddialar terör savcıları tarafından soruşturulur. Dilekçenizi sunduktan bir süre sonra adliyenin 7. katında dosyanızın itiraz merciine gidip gitmediğini sorarsınız. Adliye çantalarını X-Ray cihazından geçiren, kapı tipi metal dedektörden de kendileri geçen avukatlar olarak, 7. katta savcı kâtipleriyle telefondan görüşebilmek için yine dedektöre tabi tutulursunuz (Kesici ve delici aletle ahize tutmak yasak olduğu için herhâlde).

Savcı kâtipleriyle telefonla görüşebilmek için kuyruk olursunuz. Hatta bazen 7. katın güvenlik görünümlü sekreterleri; avukatlardan, sayıca çok fazla oldukları için artık gelmemelerini, telefon ahizesi bekleyen meslektaşlarının konuşmalarını bitirmelerini beklemelerini rica eder. Telefonun öbür ucunda olması beklenen kâtipler genelde ya yoğunlardır ya yerlerinde yoklardır; hasbelkader konuşabildiğinizde de sunduğunuz belgeleri bilmezler, bilseler de gereğini yapamazlar, yapsalar da ne yaptıklarını anlamazlar. Örneğin itiraz süresinin dolduğundan, bu nedenle tahliye talebinin tutuklama kararını veren hâkimliğe değil de, nöbetçi sulh ceza hâkimliğine gönderildiğinden bahseder biri; itiraz süresini iki hafta değil yedi gün sanır, hâlbuki ilgili itiraz yedi gün içinde de yapılmıştır, hatalı bilgiye göre dahi süresinde yapılmıştır itiraz; ama talebi, kararı verene değil başka birime göndermiştir yüzünü dahi göremediğimiz kâtip.

Savcı derseniz; kimse tarafından görülmez, görülemez, âdeta uhrevidir. Belki koridorda denk gelmişsinizdir, belki adliye girişinde yanında korumasıyla arzıendam etmiştir, belki sizin kâğıt paranız bir şekilde döne dolaşa onun cebine girmiştir, bilemez, anlayamazsınız.

Toplasanız 2-3 yıl ceza alacak, cezası kesinleşse cezaevinde neredeyse hiç yatmayacak şahıs 1 yıl, 2 yıl tutuklu olarak kapalı ceza infaz kurumunda konaklar (Bir yandan paketler ve reformlarla hükümlüler koşullu salıverilir).

Soruşturma süreciyle ilgili bilgi vermek amacıyla kapalı ceza infaz kurumu için 1,5-2 saat yol gidersiniz, kaydınızı oluşturduktan sonra saatlerce kabin ve görüş sırası beklersiniz. Tutuklu şahıs haksız yere yattığını, en kısa sürede çıkması gerektiğini söyler. Dinler, anlatır, not alır, 2-2,5 saat yolculukla ofisinize dönersiniz.

Tutuklama gerekçelerine karşı savunmalar nettir, dayanaklıdır, konuyla ilgili daha önce verilmiş birçok lehe karar bulur, bu kararlar doğrultusunda şahsın tahliyesini istersiniz; ancak işin orası ile ilgilenilmez, ilgili şahsın tutuklu olması ülkemizin huzur ve selameti için gereklidir. Belki size içten içe hak da verirler; ama şahsı tahliye edemezler, olmaz.

Temsil ettiğiniz tutukluların yakınlarına göre de başarısızsınızdır, bu şahıslar bazı haberleri önünüze koyarlar, “Bakın bu yargılamada şahıs tutuksuz yargılanmış.” derler, “Bir şeyi başaramadınız.” derler, “Böyle tutukluluk mu olur?” derler; başkalarından örnekler verirler, “Ruşen amcanın oğlu Sedat, aynı suçtan cezaevine dahi girmedi, avukatları da yeni ruhsat almış bir avukattı.” derler; anlatırsınız dilinizin döndüğü kadarıyla. “Tamam ama bize bu bilgilerin faydası yok, babam/annem/ağabeyim/ablam/oğlum/kızım tahliye olmalı.” derler, başka ve işi “çözebilecek” avukat arayışına girerler.

Sonra şahsın aylık tutukluluk inceleme zaman gelir, SEGBİS’le bağlantı kurulur, sulh ceza hâkimi, tutuklu şüpheliye “Bir diyeceğin var mı?” diye sorar, şahıs tahliyesini istediğini söyler ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilir. Avukat, aylık incelemelere katılmak istediğini ve şüpheli, avukatının katılmasını istediğini, kendisinin katılmayacağını söylemedikçe sadece şüphelinin savunmasını SEGBİS’le alırlar ve 1 dakika içinde bağlantıyı kapatırlar. Kanunumuz şüpheli veya müdafii dediğinden, şüpheliyi dinlemek yeterlidir. Bu arada avukat, incelemeye katılacağını söylese bile hâkim avukatı dinlemeyebilir; zira aylık incelemelerde “yığılma” olduğu için ve o gün hâkim tüm incelemeleri bitirmek zorunda olduğu için, şüpheliyi dinlemeyi tercih eder (çünkü şüpheliler az konuşur), avukatlardan bu konuda ısrar etmemeleri, kalem personeli tarafından salık verilir.

Tutuklu şahıslar da; tutuklu tutuklu kalmaya devam ederler. Suç ne olursa, isnadın zayıflığı nasıl olursa olsun, tutuksuz yargılanma hakkı yargı mercilerinin aklına gelmez. Avukatlar da “avukatçılık” oynarlar, “dilekçecikler” yazılır, “savunmacıklar” yapılır. Savunma önemsizdir; hukuk, kanun, kitap ne derse desin, istisnalar kural olur, kurallar istisna. Olan da ülkenin hukukuna, hukuk kültürüne, yurttaşların hukuka inancına olur. Siyasi olmayan davalar açısından da söylüyorum tüm bunları. Hoş, siyasi olmayan mı kaldı ülkede?

Yine bu söylediklerim, sadece soruşturma evresinin ilk birkaç ayında gerçekleşenler. Ve tabii özetin özetinin özeti…

When I was a child, Adalet Bakanının Hâkimler ve Savcılar (Yüksek) Kurulunun başkanı olmasının hukuk devletini zedelediği konuşulurdu; ne kadar naif dertlerimiz varmış. Yine eskiden, insanlara yargıya güvenip güvenmedikleri sorulurdu; çoğu insan güvenmediğini söylerdi. Sonra insanlar bir dönem, telefonlarının dinlendiğinden şüphe ettiler. Şimdi ise herkes, tutuklanma korkusuyla yaşıyor.

Hâlbuki tüm bu kurallar gün gelir, herkese lazım olur. Öyle böyle değil, herkese. Hukuka kıymayın efendiler…

29 Eylül 2025 Pazartesi

Tıkılak/Takılak XIV

 

* Bir süredir kullandığım diş macunu vardı; şimdi aynısını bulamıyorum. Kutusu değişti, aynı zamanda içeriği de değişmiş olmalı ki, denk gelemiyorum. Denedim birkaç tipini, aynısı yok. “Bu galiba.” dediğim macunun aroması da affedersiniz ısırgan çorbası gibi.

Olsun, zilyon tane diş macunu var, zaten hiçbiri birbirinden çok üstün değil muhtemelen. Tamam; ama fiyatlar kafa karıştırıcı. Bir markanın bir ürünü 150 lira, bir ürünü 350 lira. 150’liği alsan tamam, 200 lira kârdasın; ama ya hayatın tadı 350’likteyse. Ama 350’lik de çok şişirme; bir de ısırgan çorbalı olabilir. Bilindik markaların 75 liralık macunları da var. Onu alırsan sanki dişin zarar görecekmiş gibi hissediyorsun. 50 liraya tavuk döner yemek gibi. Onun için ideal macunu bulana kadar çırpınacağım gibi duruyor. İdeal macun dediğim de, eli yüzü düzgün olsun. Hiç mi yok yani?

* Takımım malum, durumumuz malum, dolayısıyla ruh hâlimiz malum. Ancak şimdiki süreç o kadar garip ilerliyor ki… Normalde bir takım başkan seçer, sonra o hocayı seçer, sonra hoca oyuncuları belirler. Bizde tam tersi oldu. Mevcut hoca, oyuncuları seçti (veya seçtirdi), sonra hoca gitti, sonra da başkan gitti. Dolayısıyla başkan > hoca > oyuncu sıralaması bizde oyuncu > hoca > başkan oldu. Şimdi oyuncu diyecek ki “Beni bu hoca almadı, diğeriyle çalışacaktım”, Yeni hoca da diyecek ki “Ben bu oyuncuları seçmedim”, başkan da diyecek ki “Ben bu hocayı seçmedim”.

Benfica olayı apayrı zaten. Oyuncuda karar kılınıyor, o sırada Benfica rakip değil. “Onu alalım, eleyelim.” diyoruz. Alamıyoruz maça kadar, hatta o oyuncu bize karşı oynuyor ve bize golü o atıyor. Sonra onu alıyoruz, hocamız da sonra rakibe gidiyor. Çıtayı acayip aşmadık mı?

* Şimdi Aykut Kocaman ihtimali doğdu. Onunla ilgili yazılar okuyorum, onu yorumlayan videolar izliyorum, hoşuma gidiyor. Kendisini özlüyorum. Herkesle de konuşuyorum, Yok “O maçta şunu yapmış”, yok “Bu maçta onu yapmış” diyorlar, eleştiriyorlar. Tanrı dahil herkes eleştirilir. Ben “Genelde ne yapmış, onu konuşalım.” diyorum, “bir karakter” istiyorum. Aykut Kocaman da bir karakter, o kadar. Başarısız olacaksa o olsun modundayım. Üzerine de saatlerce konuşmaya varım. Yazım da olmuştu burada, 2019 yılında: Kocaman Yanalım, Kocaman Yalanım. Aykut-Ersun mukayesesiydi, daha doğrusu Ersun Yanal’ın o kadar da abartılmaması gerektiği ile ilgiliydi.

Eskiden her sene Fenerbahçe ile ilgili sezon başı yazılarım olurdu, şimdi yazmıyorum artık. Ama şimdi, esasında o kadar da yazmak istemememe rağmen, madem iç dökme blogu bu, bir şeyler yazmış oldum. Sanılmasın ki bu aralar aklımdan geçen sadece Fenerbahçe ve diş macunu. Şimdilik bunları dökelim, sonra başka şeyler dökeriz.

Bir yazım bitirilmeyi bekliyor mesela, “öyle” bir yazı. Öyle sekmesinde yayımlanacak, olgunlaşmayı bekliyor. Olgunlaşma, konuyla ilgili gelişmeye bağlı; “bir garip adamı takip” konu da. “Pek yakında” diyemiyorum o nedenle. İlginç olacak.

Havalar soğuyor, örtün, yorgan yorgan üstüne…

18 Ağustos 2025 Pazartesi

Tıkılak/Takılak XIII

 


* Twitter’ı kapatmanın bir güzelliği de bir şey yazma zorunda hissetmemek. Ünlü değilsin, bir şey değilsin, kimse senden bir konuda görüş bildirmeni istemiyor tabii; ama yine de, yazman gerektiğini düşünüyorsun niyeyse. Şimdi o yok. Kimse bilmesin kardeşim görüşümü; merak eden arar, sorar, yazar. Nerede olduğum da bilinmesin, ne yediğim, ne içtiğim de bilinmesin. Görüşlerimi, görüştüklerimi, yediklerimi, içtiklerimi bilmelerini istediklerime zaten bildiririm. Böyle güzel, devam...

* Tımtış. Benim adını verdiğim şey bu. Ev içinde de biliniyor bu, tımtış olarak. Yükte hafif, pahada ücretsiz, hayat kurtarıcı, kaybolunca üzücü, hatta dert edici şey. Yazıya fotoğrafını koydum. Almaya kalksan alacağın bir şey de değil bu. Kablo tutucu desen, o başka bir şey. Birine şarj aletini verdiğinde alet gelene kadar “Acaba tımtışı da getirir mi?” paniğine sevk eden bir şey. Şarj aletini verdiğinde “Bunu da getir ama.” dediğin, uyarsan da “Acaba gelecek mi?” diye beklediğin, çok da güvenmediğin birine şarj aletini verdiğinde, uhdende saklayıp sadece kablosunu verdiğin ve sağlam bir yere koyduğun nesne. Gayet de önemli. Geçen yazıdaki gibi takıntı değil bu tımtış, makul bir düşünce kanaatimce. Hatta tımtış nasıl önemsenmez, aklım almıyor. O olmayınca dağılıyor kablo; ne çantana koyabiliyorsun ne çekmecende muhafaza edebiliyorsun. Sarmak suretiyle kabloyu düzenlemek ise aynı etkiyi zaten yaratmıyor, çoğu da sarılmıyor zaten, kabloya da zararlı.

Bir otel odasında aklıma tımtış geldi ve onu yazayım diye telefonuma not aldım. Odadan çıktım, sonra otele döndüğümde masada tımtış yok, muhtemelen house keeping tımtışımı keepti. Yedek tımtışım var ama bir üçüncü yok. Derken bir alışveriş sonrası yeni tımtışlar geldi, onları çekmecemde muhafaza ediyorum. Tımtışlar önemli; bu satırları tedirgin şekilde okumayın rica ediyorum. Ciddiyim…

* Bilmediğim numaraları açmama huyum vardı. Duruma göre mesaj atar değil mi? Ancak kargolardan dolayı bunu yapamıyorum maalesef. Açmıyorsam, “Ya kargoysa?” diyorum, zaten kargo çıkıyor: “Bir teslimat kodu alabilir miyim?”

* ChatGPT tamam iyi de, hukukçular denemesin. Paralı parasız bilemem tabii, ben gariban ChatGPT kullanıcısıyım. Bir kez, kontrol amaçlı deneyeyim dedim, 1 yılı aşkın süredir yürürlükte olan düzenlemeden bihaber. Eskiyi söylüyor. Gerçi bu konuda bir yazı okudum. Biz ne yüklersek, yani insanoğlu ne yüklerse onu biliyor sonuçta. Ama bu da kanun be kardeşim. Gir kanunun adını, mevzuat.gov.tr’den bir zahmet son hâlini bil. 2x2=4’ü soruyoruz sonuçta.

Onu da geçtim, geçen Tolga Sağ ile ilgili bir şey sordum, “Nesimi Çimen’in oğludur.” dedi. İyi … (bu üç noktada tahmin ettiğiniz, gönlünüzden geçen tepki var).

Toplu taşımalar için de hiç kullanmayın bu arada. Doğrusunu bilip de yazınca da, “Evet haklısın.” diyor. Senin haklı olman lazım değil mi ChatGPT? “Para verirsen gerçek bilgiyi alırsın.” derseniz, o daha bir yavşaklık gibi geliyor bana. O zaman parasız hiç verme bilgi.

Bir de şu oldu çok kısa ChatGPT serüvenimde. Wordle oynamayla ilgili ipucu istedim. Bana sözde akıl verdi, ben ne şekilde oynadığımı söyledim, “Tamam fena değil, ama benimki daha iyi.” dedi. “Tamam o zaman kelime tut, senin yoldan gidelim.” dedim, kabul etti. 4. tahminde bir baktım, öncekilerde var olduğunu söylediği harf, 4’te yok. Dedim “Nasıl oldu böyle?”, “Haklısın” diyor.

“Evet haklısın, çok doğru bir tespitte bulundun, tebrik ediyorum. Şöyle düzeltiyorum o zaman”: Tımtış önemlidir.


26 Temmuz 2025 Cumartesi

Tıkılak/Takılak XII

 

* Son dönemde herkesin “alındığı” malum. Şimdi aklıma geldi, “alınmak” kelimesi de ilk akla gelen anlamını değiştirdi. Yani genellikle “incinmek” anlamında kullandığımız “alınmak”, şimdi daha çok, bir sabah polisler tarafından gözaltına alınmayı çağrıştırıyor.

Son dönemde müvekkillerimden alınma korkusu yaşayan insanlar da olduğu için, bu durum bende de bir “alınma kaygı bozukluğu” oluşturuyor ister istemez. Diyelim ki yurt dışındayım (mesela şu an öyleyim), ya “Ertesi sabah benim adam alınırsa, bu durumda ne yaparım?” düşüncesi oluşuyor müdafi bünyemde. Şehirdeki ilk gün, şehirde esas yapmak istediklerimi tamamlama isteği oluşuyor ister istemez; erken uçak biletlerine bakıyorum böyle bir durum olursa diye. Hafta sonu olmuşsa, “Artık hafta sonu da almazlar herhâlde.” diyorum; sonra “Ama daha önce almışlardı, belli olmaz.” diye düzeltiyorum bu durumu. Bir gün geçince tamam diyorum, bugün geçti: Hemme’nin öldüğü günlerden biri gibi, müvekkilin alındığı günlerden biri durumu. Yurttaysam da, işlerimi randevularımı düşünüyorum; “O gün vize randevum vardı, umarım almazlar”. “O gün araç muayenesi var, umarım almazlar”. Bu bir süre böyle gideceğe benziyor.

Bu bir rahatsızlık çok net, aşmaya çalışıyorum. İtiraf.com…

 * Susurluk olayı, geçen orada bir dinlenme tesisindeyken aklıma geldi. Malum kazanın gerçekleştiği yer de Balıkesir-Bursa karayolunda, dinlenme tesisinin orada bir yer. İlgili “derin” şahıslar Kuşadası’nda kalmışlar, İstanbul’a giderken kaza geçirmişler. Susurluk çok söylendiği ve “Susurluk olayı” olarak anlatıldığı için Susurluk’a ayıp edildi gibi geliyor bana. Şahısların Susurluk’la ilgisi de yok, Susurluk’ta Susurluklularla işlenen bir suç da yok. Sadece yol oradan geçiyor. Dolayısıyla Susurluk’a ayıp oldu, o ayrana da yazık oldu.

Levent Kırca’nın bir bilgi yarışması parodisi vardı, aklıma da sıkça gelir. Sorular hep olaylarla ilgili; Susurluk, Diyarbakır, Sivas (Madımak). Levent Kırca da yaşlıca adam, olaylardan ziyade o şehirlerin gerçek özelliklerini biliyor, ayran, karpuz, türküler gibi. Dolayısıyla soruları yanıtlayamıyor.

Silivrililerin de veryansını vardı ve cezaevi bu nedenle “Marmara” olarak değişti. Ki bu yersizdi bence. Susurluk’unki daha bi’ mağduriyet. Cezaevi neredeyse oranın adı verilir çünkü; kızacakları, ülkeyi yönetenler olsun.

Bu arada, Susurluk dönemi genius muamelesi çekilen, Selim diye bir çocuk vardı, program bile sundurmuşlardı çocuğa, yaşlarımız da yakındır. Ne oldu acaba ona? (Baktım şimdi, yürümüş adam, bravo ne diyelim).

* Çoğu zaman, plan yapmak (ama böyle uç, bulutlara vardıracak planlar değil, normal planlar), o planların icralarından daha güzel oluyor. O durumda sadece plan yapmak daha iyi sanki. Yani plan, gerçekleşmesinden daha haz veriyorsa, plan yap geç, ne bileyim… “Plan yapmak” deyince de aklıma ister istemez bir kişi geliyor. Hay s.çayım bu düzene (“ı” yerine nokta koydum, böyle de kibarım)…

* Nikahımızda çekilen bir fotoğraf, aile büyüklerimden biri tarafından yıllar önce Facebook’a koyulduğunda, tabii ki yorumlar yağmıştı. “Ay canlarım”lar, “Allah mesut etsin”ler, “Bir yastıkta kocasın”lar, “Ne yakışmışlar”lar; bunlar önemli değil, sıradan. Hâlâ bende yer edinen bir yorum var, o da şu: “Tanımıyorum ama mutluluklar”.

Teyzem be… Kusura bakma kendimizi tanıtamadık sana, anlatamadık kimiz, neyiz. Affına sığınıyoruz. Ama sen de ya bir şey yazma ya da mutluluklar de geç ne bileyim.

Bir de; yine yıllar önce bu kez ruberu, bayramlaşma esnasında bir teyze, ev sahibini ve çocuklarını selamlarken bana bakmış ve “Bunu tanımiğim.” demişti ve selam vermemiş, elimi sıkmamıştı. Hâlbuki Allah’ın selamıdır be teyzem. Biz de Allah’ın kuluyuz (72 dil bizdedir).

Bakmayın siz, büyüklerimiz bize saygı, düşünceli olma vs. öğretmeye çalışırken, esas onlar düşüncesiz veya bana öyle geliyor. Onlar daha bi’ aksi, daha bi’ gergin ayrıca. KVKK’dan haberleri de yok mesela. Hep bir paylaşım, hep bi’ özele girmeye çalışmalar…

Serin günler…

30 Haziran 2025 Pazartesi

Tıkılak/Takılak XI

 

* Bir podcastte verilen (reklamını da yapalım: Sıfır Sayı, Yenal Bilgici; teşekkürler Bora) öneriye uydum ve radyo aldım geçende. Önerinin nedeni de, şu İspanya’da olan elektrik kesintisiydi. Hem mantıklı hem nostaljik geldi; eve gelince, evde bir şeylerle ilgilenince fırt diye açıyorum radyoyu. Çok rahat bir el hamlesi yeterli. Ne güzel, basit ve gösterişsiz.

Tabii artık bluetoothlu filan böyle radyolar; ama orası mühim değil. Görüntüsü zaten güzel. Yani radyonun, radyo çalma özelliği olmasa bile, sırf görüntüsü için bir obje olarak kullanılır. Renk kattı salonumuza. Müziğe kolay ulaşım için ben de öneriyorum. Saçma sapan kanallar çok, saçma sapan müzikler çok. Cübbeli Ahmet’in kanalı var mesela. Ama Cübbeliden sonra bir sol yapınca TRT Radyo 3’e kolay ulaşılıyor. Yani Cübbeliyi de fırsata çeviriyorsun bir yandan. Radyo iyidir, vizontele de radyonun resimlisidir.

* Geçen ozalitçi ihtiyacım oldu. Uzun zamandır gitmiyordum; bir sabah gittim yol üstü, ilk kez içine girdiğim, önceden haberimin bile olmadığı ozalitçiye. İncelenmesi gereken bir meslek bence ozalitçilik (“Ozalitçi” kullanımının hatalı olduğunu, kişinin “ozalit” olduğunu, ozalitçinin “manavcı” gibi bir şey olduğunu sanıyordum, öyle değilmiş. “Özalit” yanlış bu arada).

Çalışanlar, özellikle seni yönlendiren, kasada duran ve çalışanlarına direktif veren adam veya kadın (genellikle kadın) arıza olmak zorunda. “Tabii efendim, hoş geldiniz, vaktiniz var mıydı?” vs. sorular duyamıyorsun mesela ozalitçide.  Bir tripli hareketler, işini halledecek kişinin seninle göz teması kurmaması... Herkes ağır ceza mahkemesi kalemi kâtibi gibi içeride. Hâlbuki yapacağın bir spiral, alacağın bir arkalı önlü çıktı. Yılların köftecisinde, kıraathanesinde mekân sahiplerine asabiyet yakışıyor da (o da niye yakışıyorsa), sana ne oluyor ozalitçi abi/abla.

İşler hemen hallolmaz, bunu en kibar söyleme şekilleri, “15 dakika bekleyeceksin yalnız.” olur. “Tamam o zaman şu karşıda çay içeyim.” deyince, “Biz getiririz sana.” derler, bi’ insanlıkları bu, sert insanlık. Taksicilerde bile senli benli konuşma azaldı, ozalitçide bir senli benli konuşma durumu, “Sen bana mecbursun, bilemezsin.” artistliği. Çalışanların hepsi sigara içiyor, küfürlü konuşuyor. Sanırsın karikatür dergisinde sabahlayan ve baskıyı yetiştirmeye çalışan abiler. Bir bu gözle bakın derim ozalitçilere.

* Habertürk’te ekranda geçen yazı: “LGS sınavı zor muydu, kolay mıydı?” Sen “LGS sınavı” yazıyorsan senlik bir şey yoktur Habertürk, takıl sen...

* Bir de NTV Spor... Kaliteli bir yayın kuruluşuydun. Şu habere bak:

“Ali Koç’tan radikal karar: Yeni sezonda artık bunu yapmayacak

Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç, yeni sezon için radikal kararlar aldı. Bu sezon mutlak şampiyonluk isteyen Koçun bazı maçlara gitmeyerek yaptığı totemden vazgeçtiği belirtildi. Transfer süreçlerini de bizzat yürüten Ali Koç’un içeride-dışarıda oynanacak her maça gideceği, karşılaşmalardan sonra konuşarak sahnede tek başına olacağı aktarıldı”.

Senin attığın başlığa ayrı, haberin içeriğine ayrı, haberin içeriğinde geçen Ali Koç’a ayrı küfür... Veya onlara ozalitçide yarım günlük bekleme cezası... Olacak şey değil gerçekten, tıklama israfı.

Bu şekilde çok kibar anlattım; nezakete gerek yok, net söyleyeyim: “NTV Spor bi’ s.ktir git Allah aşkına”.

Siz kalın, iyi tatiller...

30 Mayıs 2025 Cuma

Tıkılak/Takılak X


 

* Ortamlarda, “Şu allı turna dedikleri, bildiğin flamingo.” diye az da olsa hava atarken ve insanları bu duruma şaşırtırken, flamingoları canlı gördükten sonra, bu konuda bir tereddüde düştüm ve bu bilgiyi teyit etme ihtiyacı hissettim. Çünkü gördüğüm flamingoların hiç de bizim ele varıp şeker, kaymak, bal söyleyecek, ne bileyim haber gönderip alacak hâli yoktu. Oradan işkillendim, Google aleyhisselama sordum, oradan allı turna ile flamingoların aynı olduğuna dair yazılar okudum veya birine yer verirken, diğeri parantez içindeydi.

Bir de, daha yeni edindiğim ChatGpt’ye sorayım dedim. “Evet onlar karışıyor.” dedi ChatGpt. Her ikisi de uzun bacaklı ve su kenarlarında yaşayan kuşlar olsa da, türleri ve bazı fizyolojik özellikleri farklıymış. Ama sonuç olarak allı turna diye arattığınızda hakikaten zarif, pembe bir hayvan karşılıyor sizi. Bir kelaynak, karga değil yani. Ama allı turna, doğrudan doğruya flamingo değilmiş. Bilmiyorum; familya mamilya, uzmanına sormak lazım. Ortamlarda da “flamingo gibi bir şey” desek olur herhâlde.

Çocuk anne babalarına da yeri gelmişken şunu diyeyim, Puffin Rock’taki Puffin de penguen değil (gerçi çizgi filmi izleyince anlaşılıyor), kutup martısı diye bir hayvan. Fena değil bu arada çizgi film, çocuklara öneririm; ama favorim Bluey.

* Geçen İstanbul Adalet Sarayımızı aradım telefonumdan. Bir baktım telefonda, Erciyes Lostra yazıyor, sanki öyle bilinen bir yermiş gibi (Android telefonlarda oluyor sanırım, sen kaydetmesen de yerlerin ismi yazabiliyor; iPhone’larda var mı bilmiyorum). Koskoca adliyenin değil; -2. katta bulunan, benim ilk müşterilerinden olduğum, hatta “Çağlayan’da niye lostra yok ey insanlık” diye şiire konu ettiğim yerin, adliyeyi arayınca karşıma çıkması ilginç geldi.

Adliyenin biz sade vatandaşlar veya avukatlar için iki türlü girişi var bu arada, biri -2. kattan, biri -3. kattan. Girdiğin yer zemin değil yani. Bu da gereksiz bilgi olarak dursun.

* Okulda kantinlerin olmadığına dair bilgiler edindim geçen. “Orada yokmuş.”, “Burada da yokmuş.”, “Aman olmasın zaten, sağlıksız.” cümleleri arasında ilkokul kantininde “bi zuuup, bi zuuup” diye kâğıt para uzatan okul arkadaşlarımı hatırladım. Mevzubahis ürün, Seven Up adlı, 7 Up olarak yazılan, Sprite gibi bir içecek. Hatta şimdi baktım, hâlâ da varmış bundan. O dönem, kutuda 7 ile Up arasında kırmızı bir nokta bulunduğu (niyeyse) ve bu noktanın hemen 7’nin bittiği yerde konuşlanıp Z harfini çağrıştırdığı için bir dönem “Zup” dendi bunlara, en azından bizim okulda. Belki hâlâ ülkemizin dört bir yanında öyle bilen vardır, bilmiyorum; ama sanmıyorum.

* Tıkılak/Takılak II’de “Şuan Tarikatı”nı tespit etmiştim. Şimdi yeni bir örgüt türedi: “Tabiki Tarikatı”. Sürekli “tabiki”  yazılıyor bana. İki aylık süre zarfında yedi kişi tarafından “tabiki” yazılmış Whatsapp üzerinden. Şuan nasıl Çin’den destek alıyorsa, bu tarikat da Japonya’dan destek alıyor sanırım. Bizi izlemeye devam edin.

Gelecek bayramınız mübarek olsun…

30 Nisan 2025 Çarşamba

Tıkılak/Takılak IX

 

* Hristo’yu biliyorsunuz (veya bildiğinizi sanıyorum), 26 Aralık 2024 tarihli Dedeağaçlı Hristo yazıma konu ettiğim ağabeyimiz. “Maşallah dediğimiz üç gün yaşıyor”dan hareketle, yazıyı yazdıktan iki hafta sonra, adamın dükkânı kapattığını öğrendim. Dedeağaç’a bir sonraki gidişimden önce de yazdım adama, “Başka yerin var mı abi?” gibilerinden. İş değiştirmiş. “Bir gün bir yerde görüşürüz.” tarzı bir şeyler söyledi, üzüldüm tabii. Bunlar hep DÇLV etkisi…

* Yurt dışından konu açılmışken, şu erkek kadın tuvaletlerinde bu durumu harfle belirlemeleri beni biraz geriyor. D ve H olarak mesela. Tamam, Almanca ise Dame kadın, Herr erkek. Lisede Almanca hocamız (nur içinde yatsın Eyüp Hoca) herif kelimesiyle örnek veriyordu, “Ben herif olduğum için Herr Aydın.” derdi, hâlen bu örnek işimi görür. Onun dışında saçma işaretlerle tuvaletin hangi cinsiyet olduğunu anlama yolları, hem insanı geriyor hem de insanda “Acaba ben mi malım?” hissiyatı yaratıyor. Klasik işaretleri söylemiyorum, onlar belli. Ama bazen “Bu da erkek olabilir.” deyip diğer kapıya kadar gidiyorsun, “Tamam bu daha erkeğe benziyor.” düşüncesi ile kapıyı açıp çişini yapıyorsun. Bazen emin olman için içeride pisuvar olup olmadığını kontrol ediyorsun vs. Olmaz, yapacağın şey çiş ya.

* Siyasilerin konuşmalarında eski dönem yöneticileri, başbakanlar, cumhurbaşkanları çok konuşuluyor. “O zamanda bu vardı, şimdi yok”, “Siz şunun dönemine döndünüz”, “Siz şunun kurbanı olun” gibi… Bilmiyorum dikkat çekmiyor mu ama, Fahri Korutürk hiç konuşulmuyor yahu. “Biiz Mendereslerin…”, Milli Şef, Özal dönemi, “şapka”, “netekim”, Celal Bayar; arkadaş, Muhsin Yazıcıoğlu bile konuşuluyor; Fahri Korutürk’ün adı sadece, “Abdullah Gül, Süleyman Demirel kaçıncı cumhurbaşkanıydı.” diye eski cumhurbaşkanlarının ismi sayılırken geçiyor. Az buz dönem de cumhurbaşkanlığı yapmamış. 1973’ten 1980’e kadar ki, cumhuriyet tarihimizin en cafcaflı dönemlerinden biri. Fahri Korutürk yok ortada. Ne sahip çıkılıyor ne eleştiriliyor. Adama çerez tabağındaki leblebi muamelesi çekiliyor yıllardır. Bu adamın hiç mi evladı yok, düşüncesi yok.

* Çakma Ahmet Kaya vardı bir ara. Şimdi baktım, çıktı ismi: Emrah Dinçer. Sözde protest şarkıcı. Bıçağın kemiğe dayandığı gün diye de şarkısı vardı. Tam da Ahmet Kaya’ya herkesin vurduğu dönem. Benzerliği hatırlatılmıştı, etrafında şakşakçıları vardı, bu benzetme onu rencide ediyormuş da, bu ülkenin ekmeğini yemiş de, kendisini şerefsizlerle mukayese etmesinlermiş de, gözümün önünde hâlâ. Karikatür karakteri Ezik şarkıcı Altuğ’da bundan esinlendiği söyleniyor, ne kadar doğru bilemiyorum. Bir de çakma sevgili yapmışlardı buna. Elif Güvendik’ti sanırım. Nereden aklıma gelip de notunu aldıysam bu adamın. Sinir oldum şimdi.

* Euroleague’de Final Four’dayız, son derece gurur verici. Ancak etkinlik Abu Dabi’de, son derece üzücü. Şimdi NBA ile Euroleague’in birleşeceği konuşuluyor. Turnuvalar yenileniyor, ya Amerikanlaşıyor ya Araplaşıyor. Para, bok bir şeysin.

Yaşasın 1 Mayıs!