Geçen sezonun başında
“Arkadaşlar Hazır Mısınız?” yazısını yazmış (merak edenler veya hatırlamak
isteyenler buradan buyursun), o yazıda özellikle son gün transferlerine ve transfer politikalarına
değinmiştim. Bizde son gün transferleri esas olduğu için olsa gerek, bu sene
Avrupa’nın önde gelen liglerinde transfer sezonu 31 Ağustos 2017’de kapanmakta
iken, bizler için son gün 8 Eylül 2017. Transfer mevsiminin son günü gecesi
erken yatanlar, sabah kalktıklarında sosyal medyaya “Ne olmuş Ankara? Mansur
Yavaş almış mı?” tarzı saldırıyor artık. Neyse ki Fenerbahçe gece yarısına bırakmadı,
son gün, gündüz vakitlerinde Janssen’i getirdi, Galatasaray da yedek kaleci
olarak Carrasco Amcamızı aldı, Trabzonspor Volkan Şen’i ve eski BJK’li Jose
Sosa’yı getirdi filan…
Geçen yazıda, takımların
o dönem tercihini Hollandalılardan yana kullanmasını eleştirmiştim ki, geçen
sene anlaşılan altı Hollandalıdan sadece Lens tuttu, onu da Fener tutamadı. Yine
geçen seneki yazıda, “artık o fazlalığın gitmesi gerekir” demiştim, neredeyse
herkes gitti, “fazlalık” olduğu yerde duruyor.
Neyse, şimdi yeni bir
sezon başı yazısı daha yazalım.
Üç büyüklerden ikisi; biri
Temmuz ayında, diğeri Ağustos ayında olmak üzere Avrupa’ya veda etti.
Fenerbahçe, adını
“ovasından” duyduğumuz Vardar’a, ilk maçta kalesine rakipten bir kez top
gelmesine rağmen 2-0 yenildi, kendi sahasında da 2-1 yenilerek, yani Vardar’ı
iki maçta da yenemeyip, toplam 3 saatlik sürede sadece 1 gol atarak (o da
kazara) Ağustos ayında Avrupa’ya veda etti. Ligin
ilk maçında Süper Ligin yeni takımı Göztepe ile 2-2 berabere kaldı, yıllardır
geriye bile düşmediği Trabzonspor karşısında iki kez geriye düştü, beraberliği
son anlarda sağlayabildi (demek ki çift ön liberoyla çifter çifter goller yenilebiliyormuş).
Takım, üçüncü maçta, ligde henüz galibiyeti olmayan Gençlerbirliği’ni kör topal
yenebildi.
Tabii bu saçma oyun ve skorlarda
oyuncu eksikliğinin, hazırlanamamanın rolü büyük. Zira futbolun ilk kuralı: İyi
futbol, iyi futbolcularla oynanır. Fenerbahçe ise eleme maçlarına stopersiz
(Neustädter’i stoperden saymıyorum, kimse saymıyor), santrforsuz (van Persie’yi
saymıyorum, saymıyoruz, saydırmayız), oyun kurucu/10 numarasız başladı (hatta
biraz ileri giderek kalecisiz de diyebiliriz). “İskeletin yokluğunda bu kadar”
diyeceğim ama, bu kadar da olmaz hani. Yönetimin “Bu sene oyuncuları erken
alacağız, önceki senelerdeki hataya düşmeyeceğiz” klasik vaadi yine
gerçekleştirilemedi. Fenerbahçe’nin erkenden aldığı oyuncular ise, zaten
gidenlerin yerine hemen monte edilenler, yeni bir şey yok yani. Emenike, Stoch,
Sow, Volkan Şen, Lens gitti; Dirar, Ekici, Valbuena geldi. Ekici’nin henüz
resmi maçı yok, tüm İslam alemi olarak iyileşmesini bekliyoruz. Vardar
maçlarından önce takıma katılan ve transferi öncesinde sakat olma ihtimaline
binaen yoğun sağlık testinden geçirilen Soldado, gelmesinden bir hafta sonra
sakatlandı ve birkaç maça sonradan girebildi. 10 numara diye alınan Giuliano
eleme maçlarında statü gereği oynayamadı. Bu sene Avrupa elemelerinde oynayan
ve üretemeyen orta saha üçlüsü geçen seneki üçlü; futbolu bırakan RvP de bu
maçlarda forvet. Bir de aylardır sakat Fernandao var. RvP de son Fener maçı
öncesi “sakatım” dedi, maça çıkmadı, sonra Hollanda Milli Takımı kampına gitti,
Fransa karşısında maça çıktı, tam sakatlandı. Fiziken iyileşmesi zaman alacak,
“kimyaen” iyileşmesi mümkün değil. Takımda bir de hiçbir şekilde gelecek
vadetmeyen Ahmethan kardeşimiz var, o da Avrupa maçlarına kurtarıcı olarak
girdi. Neticede; RvP, Soldado ve Ahmethan kardeşimizden oluşan santrfor
bölgesinin Eylül başı itibariyle henüz golü yok. Taraftar Medipol Başakşehir
karşısında santrforlarından gol bekliyor. Tabii daha sonrasında, son gün transferi
genç Hollandalı Janssen kardeşimizden de (goller atsın da, taraftar “ölürüm de
ayrılamam Janssen’den” diye bağırsın işte).
Fenerbahçe’nin şanlı
yönetimine devam edelim. Geçen sene Fenerbahçe’nin en iyisi Lens’le
anlaşıl(a)madı, yerine fiyat olarak farkı olmayan ve Lens’in en az iki gömlek
altı, Aatıf’tan daha kötü Dirar geldi. Tüm bunların yanında, Lens en önemli
rakip Beşiktaş’a gitti. Yöneticilik başarısı…
Kjaer iyi fiyata gitti,
ama Kjaer gidince Fenerbahçe Avrupa’ya ayak basamadı, ayakbastı parası da
gitti. Yani Kjaer gidince alınan 12,5 milyon avronun bir kısmı bir anlamda hemen
iade edilmiş oldu. Ayrıca Kjaer’in yerine alınan adam Kjaer’in gidişinden sonra
27 gün sonra İstanbul’a getirilebildi. Takım, stopersiz olarak Avrupa ön eleme maçlarını
ve şimdilik üç lig maçını oynadı. Bir de bu stoperin uyum süreci var. Ama
bakıldı ki Vardar, Göztepe ve Trabzonspor’dan ikişer gol yenmiş, Trabzon
maçından sonra stoper için apar topar yurt dışına gitti yönetim. Dediler “biz
en iyisi bir stoper alalım”. Ki o stoperi de alamadılar; aradan bir hafta
geçti, başka bir oyuncuyla anlaşabildiler. Ne diyelim, yöneticilik başarısı.
Mehmet Topal ve
stoperliğine ayrı bir paragraf açalım. Anlamadığım husus şu; Mehmet Topal bir
maçında stoper mevkiinde harikalar yarattı da, biz o maçı mı izlemedik? Fatih
Terim’in “dersalmazdersverirliğinin” bizlere hediyesi olan Topal’ı stoperde
kullanma anlayışı 2-0’lık Vardar mağlubiyeti ve Avrupasızlık oldu. Fatih Terim
de Adanalı bir kebapçı tarafından görevinden alındı.
Son beş yılda beş
farklı hoca ile çalışmak ve altıncı sezonda beş sene önceki hocayla yola devam
etmek ayrı bir yöneticilik başarısı. Bunun yanında, son beş sezonda beş farklı
stoper ikilisi ile oynamış takım. Bu sezon da farklı bir ikili ile biz sevip de
kavuşamayanlara bir futbol ziyafeti verilmesi bekleniyor. Ama sorun tabii ki yönetimde
değil, hocalarda. Biri Ulu Önder Aziz Yıldırım başkanlık yaptığı sürece kulüp kapısından
bir daha giremez (girdi), biri antrenmanları “kadınlara” göre ayarlıyor, biri
şaşı, biri antrenman bilmiyor, biri yaşlı, falan filan…
Fenerbahçe’de Volkan
Demirel ligin ilk iki maçında 4 puana mal olmasına rağmen hala kesilemiyor, ama
bu Volkan’ın olağanüstü kaleci olmasından değil, yenilerin Volkan’dan daha kötü
olmasından kaynaklı. Mesela Kameni’nin Vardar’dan
yediği 4 golden 3’ünü, bu satırları okuyan siz saygıdeğer ziyaretçilerim
yemezdi. 7,5 milyar insanın yaşadığı şanlı dünyamızda, üç tane direğin arasında
layıkıyla durabilen bir tane kaleci bulamamak büyük yöneticilik başarısı.
Geç transferler
konusunda Galatasaray’ı anlatmadan olmaz; Östersunds’a elendiler, dahası mı
var? Avrupa’da efsane günlerine dönebilmek için kurulan takımın güzel, bir o
kadar da etkileyici transferleri şovlarını Kayserispor, Cihan İmparatorluğu
Osmanlıspor ve Süper Ligin yeni takımı Sivasspor önünde yapabildi. “Avrupa
Fatihi” Galatasaray, “neyse canım lige odaklanırız” dedi. Şu an Cimbom’da
bayram havası…
Ön elemeler konusunda tuzu
kuru Beşiktaş, henüz hazır olmadığı için Süper Kupa’yı Konya’ya bıraktı.
Transfere en az ihtiyacı olan takım, oyuncularının birer yıl yaşlanmasına kadrosunu
genişleterek çare aradı, ancak takımda doğrudan oynayabilecek transferlerinin (Negredo,
Lens, Medel, Pepe) yaş ortalaması 31,5.
Burak Yılmaz,
yükseldiği Trabzonspor’a geri döndü. Birkaç istisna dışında gurbette oynayan
her oyuncumuz gibi üç tarafı denizlerle çevrili yurdumuza hemen intikal etti.
Trabzonspor’a “yeniden” şampiyon olmaya gelmiş bir de, öyle diyor. Bildiğim
kadarıyla Burak Yılmaz 1985’li, yani Trabzonspor’un 1983-1984 sezonu kadrosunda
olması mümkün değil. Neyse...
Trabzonspor bir de,
geçen sene terör dolayısıyla Beşiktaş’tan ayrılan Sosa’yı son gün transfer
etti. Sosa ülkemize geri döndüğüne göre, terör sorunu ortadan kalktı demek ki. Bir de hükümetimizi beğenmezler.
Gelelim yeni Türk
büyüğümüze… Vergilerimizi afiyetle yedikleri yetmemiş gibi, isim değiştirerek belediyeye
ve hükümete yakın işadamlarının akıttıkları paralarla da yolunu bulan Medipol Başakşehir,
isimli cisimli oyuncularla bu sene Şampiyonlar Ligi’nin kapısından döndü, Avrupa
Ligi’nde mücadele edecek. Biraz daha akıtmak lazım demek ki, yetmemiş. Ancak realite şu: Fenerbahçe ve Galatasaray’ın
yokluğunda Avrupa’da bu “Yeni Türkiye takımı” mücadele edecek.
Kim ne derse desin,
yılın en iyi transferini Lig TV, özür dilerim “Bein Sports” yaptı, Yalçın
Çetin’i transfer etti. Ercan Taner’i de en yakın zamanda bekliyoruz. Taçç…
Nasri, Clichy, Gyan,
Elia gibi isimlilerin yanında, Beşiktaş karşısında nefis top oynayan Trezeguet
gibi isimsiz (David olanından bahsetmiyorum tabii), genç ve etkili yabancılar da
ülkemize geldi; üç büyükler ise hala birbirlerinin eski oyuncularına veya talip
oldukları yabancılara yavşıyor. Trezeguet gibi oyuncular da, takımlarında gerektiği
gibi sivrilirlerse şampiyonluğa oynayan takımlardan biri tarafından seneye fahiş
fiyata alınacak.
Kışın transfer için
çalışıp yazın işi imzaya bırakması beklenen milyon dolarlık yönetimlerin milyon
dolarlık “scout” ekibi yine hikaye, yıllardır menajer yönlendirmeleri ile saçma
sapan transferler yapılıyor. Hatta ülkemiz takımları, başka adamlar yokmuş gibi
hep aynı futbolculara sulanıyor. Menajerler de bitmiş transferlerde dahi
devreye girip kafa karıştırabiliyorlar. Malum, para her kapıyı açar. İşte
bunlar hep endüstriyel futbol.
Bu arada bu yazıyı
yazarken “menajer” kelimesinin altında mavi çizgi görüyor ve Microsoft Word
tarafından menajer yerine “yürütücü” kelimesi kullanma tavsiyesi alıyorum. Bu
Microsoft fazla zeki değil mi sizce de?
Endüstriyel futbol
diyorduk. Dünya çapında takımların iddiası Arap ve Çin paralarına bağlı.
Formanızda, stadınızda veya yönetiminizde Arap veya Çin esintisi yoksa, ancak
krampon topluyorsunuz. Yılların takımı Milan’ın Çin parası, Neymar ve Mbappe’yi
alan Paris Saint Germain’in Arap parası ile çıkışa geçmesi bekleniyor. Premier
Lig’de zaten “ya Allah bismillah Allahu Ekber” tezahüratları eşliğinde maç
oynanacak hale gelindi. Japonlar da bu aralar fena değil, Chelsea’de Yokohama,
Barsa’da Rakuten filan…
Barsa demişken, Barcelona’daki
yurttaşımız Arda Turan, bıraktığı milli takıma geri döndü, futbolseverler milli
maçlarda “adamlık” görmeye devam edecek.
Bu arada Fenerbahçe o
kadar hazır değil ki, Eylül ayı geldi, forma reklamı bile yok. Bu tabii
endüstriyel futbola tepki değil, zira forma sırtında çocukluğumuzun
vazgeçilmezi “Halley” var. Benim önerim, formanın önüne reklam bulamazlarsa “Cumhuriyetin
Son Kalesi Fenerbahçe” veya “Hain FETÖ” yazılabilir, zira Aziz Yıldırım FETÖ
ile mücadele etsin ve cumhuriyeti savunsun diye başkan.
Ama başkan gibi başkan
hiç kuşkusuz Konyaspor’un eski başkanı. İzmir’in dağlarına ve açlık grevi yapan
mağdurlara hassasiyeti ile bilinen Ahmet Şan’da Bylock çıktı, kendisi FETÖ’den
gözaltına alındı. Şan, güçlü (!) olduğu için serbest kaldı.
Gücün değil, hakkın
kazandığı bir sezon olsun, buyurun santraya…