Bu yazı, gezi bloglarında gördüğünüz
türden, “şu otobüsle şehir merkezine gidin”, “şu otelde kalın” veya “şuraya
gitmişken bunu mutlaka yiyin” türü bir ülke yazısı olmayacak. Size sadece iki
şehirden bahsedeceğim, Saraybosna ve Mostar’dan.
Önce Saraybosna ile başlayalım, doğusu ve batısı bir çizgi ile
ayrılmış Ferhadija Caddesi’nden bahsedelim. O cadde ve çizgi, şehrin ve hatta
Bosna Hersek’in özeti bir anlamda. Üzerinde “Meeting of Cultures” yazan
çizginin özelliği şu; o çizgiden doğu tarafına baktığınızda başka bir şehir,
batı tarafında baktığınızda başka bir şehir görüyorsunuz. Kaldı ki
Saraybosna’da, hatta tüm Bosna Hersek şehirlerinde, çan ve ezan seslerini aynı
anda dinlemeniz, bir sokak arayla Doğunun kahvesi ile Batının birasının âlâsını
içmeniz mümkün.
Kahve
demişken, ek bilgi verelim. Boşnaklar; ırkçı Sırpların baş, işaret ve orta
parmaklarını gösterdikleri, baba, oğul ve kutsal ruhu simgeleyen “çetnik”
işaretini çağrıştırmaması için kahveyi kulpsuz fincanlarda içiyorlar. Çünkü
kulp kullanırlarsa, kahveyi ilk üç parmaklarıyla kavramak durumundalar ki, bu
da çetnik işaretini andırıyor. Bu yüzden Boşnaklar, İslamın beş şartını
çağrıştıracak şekilde beş parmağını da kullanarak ve parmaklarını Müslümanların
kutsalı “hilal” şekline getirerek içiyorlar kahvelerini.
Okullarda
okutulur: “Birinci Dünya Savaşı, Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırp
milliyetçisi tarafından öldürülmesi ile başladı”. İşte o olay, Saraybosna’nın sembollerinden
Latin Köprüsü’nde gerçekleşiyor. Köprü etrafında rastladığımız binalarda kurşun
izleri, şehrin hafızasını ve dramatik tarihini yansıtırken; orta yaş ve üstü
insanların güzel ve hafif çekik gözlerinde hüzün, çok net bir şekilde
görülüyor. Aynı zamanda hüzün; şehrin binalarına, dağlarına ve nehirlerine
yansımış, tabii hoşgörü de insanlarına. Ramazan ayında Teravih namazından çıkan
Müslümanlar avlular içerisinde çaylar kahveler içerken, beynamazlar da avluların
hemen yakınlarında biralar, votkalar içiyor. Saygının, duruluğun ve samimiyetin
temsil edildiği bir şehir Saraybosna.
Mostar’da da durum aynı şekilde. Mostar’ın sembolü Mostar Köprüsü
(Stari Most), Balkanların en önemli yapılarından. Mimar Sinan’ın öğrencisi
Mimar Hayreddin tarafından yapılan, şehrin Boşnak ve Hırvat kesimlerini
birbirine bağlayan ve şehirdeki ticareti canlandıran Mostar Köprüsü, 1993’te
Boşnak-Hırvat Savaşı’nda Hırvatlar tarafından yıkılıyor. Sonra köprünün
taşları, Neretva Nehri’nden dalınarak çıkarılıyor ve aynı taşlarla yeniden inşa
ediliyor. 2004 tarihinde de eski haline (ama bu kez taşları hüzün dolu halde)
kavuşuyor.
Sadece köprüye methiyeler düzersek haksızlık ederiz. Neretva
Nehri, Mostar’ı güzelleştiren bir unsur; ikisi adeta sevgili, Nejat
Yavaşoğulları’nın “Mostar Köprüsü çökmüş,
Neretva ne kadar üzgün, kim bilir” dediği gibi. Bu iki şaheser,
birbirlerine bakarak güzelleşmiş. Gündüz Vassaf’a göre Mostar kadınlarının
gözleri Neretva yeşili (Mostar’a yolunuz düşerse yanınızda Vassaf’ın “Mostari
& Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü” kitabı olsun; okuyun, siz de güzelleşin).
Unutmadan,
Bosna Hersek ziyaretinizde Sarajevska birası içerken beni hatırlayın, Saraybosna’da
Jelyo’da (Željo) Ćevapčići
yemeyi de unutmayın.
Hafiften
gezi blogu yazısı olmaya başladı yazı, biralar köfteler filan… Tamam
bırakıyorum, yazı bu kadardı. “Mostar
Köprüsü çökmüş, Neretva ne kadar üzgün, kim bilir” den devam edelim:
(…) Günlerin getirdiği açlık ve
gözyaşı
İnsan hep umut eder, biliyorsun bunu
Ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun
(…)