10 Mart 2018 Cumartesi

Hüznün ve Hoşgörünün Coğrafyası

Bu yazı, gezi bloglarında gördüğünüz türden, “şu otobüsle şehir merkezine gidin”, “şu otelde kalın” veya “şuraya gitmişken bunu mutlaka yiyin” türü bir ülke yazısı olmayacak. Size sadece iki şehirden bahsedeceğim, Saraybosna ve Mostar’dan.



Önce Saraybosna ile başlayalım, doğusu ve batısı bir çizgi ile ayrılmış Ferhadija Caddesi’nden bahsedelim. O cadde ve çizgi, şehrin ve hatta Bosna Hersek’in özeti bir anlamda. Üzerinde “Meeting of Cultures” yazan çizginin özelliği şu; o çizgiden doğu tarafına baktığınızda başka bir şehir, batı tarafında baktığınızda başka bir şehir görüyorsunuz. Kaldı ki Saraybosna’da, hatta tüm Bosna Hersek şehirlerinde, çan ve ezan seslerini aynı anda dinlemeniz, bir sokak arayla Doğunun kahvesi ile Batının birasının âlâsını içmeniz mümkün.

Kahve demişken, ek bilgi verelim. Boşnaklar; ırkçı Sırpların baş, işaret ve orta parmaklarını gösterdikleri, baba, oğul ve kutsal ruhu simgeleyen “çetnik” işaretini çağrıştırmaması için kahveyi kulpsuz fincanlarda içiyorlar. Çünkü kulp kullanırlarsa, kahveyi ilk üç parmaklarıyla kavramak durumundalar ki, bu da çetnik işaretini andırıyor. Bu yüzden Boşnaklar, İslamın beş şartını çağrıştıracak şekilde beş parmağını da kullanarak ve parmaklarını Müslümanların kutsalı “hilal” şekline getirerek içiyorlar kahvelerini.

Okullarda okutulur: “Birinci Dünya Savaşı, Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi ile başladı”. İşte o olay, Saraybosna’nın sembollerinden Latin Köprüsü’nde gerçekleşiyor. Köprü etrafında rastladığımız binalarda kurşun izleri, şehrin hafızasını ve dramatik tarihini yansıtırken; orta yaş ve üstü insanların güzel ve hafif çekik gözlerinde hüzün, çok net bir şekilde görülüyor. Aynı zamanda hüzün; şehrin binalarına, dağlarına ve nehirlerine yansımış, tabii hoşgörü de insanlarına. Ramazan ayında Teravih namazından çıkan Müslümanlar avlular içerisinde çaylar kahveler içerken, beynamazlar da avluların hemen yakınlarında biralar, votkalar içiyor. Saygının, duruluğun ve samimiyetin temsil edildiği bir şehir Saraybosna.



Mostar’da da durum aynı şekilde. Mostar’ın sembolü Mostar Köprüsü (Stari Most), Balkanların en önemli yapılarından. Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından yapılan, şehrin Boşnak ve Hırvat kesimlerini birbirine bağlayan ve şehirdeki ticareti canlandıran Mostar Köprüsü, 1993’te Boşnak-Hırvat Savaşı’nda Hırvatlar tarafından yıkılıyor. Sonra köprünün taşları, Neretva Nehri’nden dalınarak çıkarılıyor ve aynı taşlarla yeniden inşa ediliyor. 2004 tarihinde de eski haline (ama bu kez taşları hüzün dolu halde) kavuşuyor.

Sadece köprüye methiyeler düzersek haksızlık ederiz. Neretva Nehri, Mostar’ı güzelleştiren bir unsur; ikisi adeta sevgili, Nejat Yavaşoğulları’nın “Mostar Köprüsü çökmüş, Neretva ne kadar üzgün, kim bilir” dediği gibi. Bu iki şaheser, birbirlerine bakarak güzelleşmiş. Gündüz Vassaf’a göre Mostar kadınlarının gözleri Neretva yeşili (Mostar’a yolunuz düşerse yanınızda Vassaf’ın “Mostari & Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü” kitabı olsun; okuyun, siz de güzelleşin).

Unutmadan, Bosna Hersek ziyaretinizde Sarajevska birası içerken beni hatırlayın, Saraybosna’da Jelyo’da (Željo) Ćevapčići yemeyi de unutmayın.

Hafiften gezi blogu yazısı olmaya başladı yazı, biralar köfteler filan… Tamam bırakıyorum, yazı bu kadardı. “Mostar Köprüsü çökmüş, Neretva ne kadar üzgün, kim bilir” den devam edelim:

(…) Günlerin getirdiği açlık ve gözyaşı
İnsan hep umut eder, biliyorsun bunu
Ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun (…)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder