Bu bir gezelim görelim yazısı
değil. Bir şahıstan bahsedeceğim bu yazıda. Kahramanımızın adı Hristo,
Dedeağaç’ta restoranı var. Bu bir yiyelim içelim yazısı da olmadığı
için, restoranın adını da söylemeyeceğim.
Yılda birkaç kez gittiğim
Dedeağaç’ta, yıllar önce, bilindik yerler dolu olduğu için yemek yemeye yer
ararken denk geldiğimiz o restorana sonra sürekli gider hâle geldik. Daha sonra
bilindik yerlerin lezzetinin düştüğüne de, fiyatlarının son derece “kazıki”
olduğuna da şahit olduk. Hristo’nun yeri akşamları ilk başvurduğumuz yer oldu
bu nedenle. Bilindik yerler “kazıki” olduğu kadar samimiyetsiz de, Türkleri
kazıklama üzerine yani. Lezzetleri de Hristo’dan fazla değil. Çeşidi ve
spesiyali bol olabilir belki onların. Bu abimizin ise hem yemekleri lezzetli
hem de daha uygun, bayağı uygun hatta. Hep de mutlu etti bizi.
Eskiden boştu restoranı, sonra
Yunan’a “mevsimlik göçler” başladığı için daha da dolmaya başladı, hele yazın
sokağa ilave sandalyeler de koymak zorunda kaldı abimiz.
Adamın tipi, Bron/Broen
dizisinden bildiğimiz Kim Bodnia’ya benziyor. Sürekli o var restoranda, ciddi
bir duruşu var adamın. Ara ara tebessüm kalıntılarına rastlayabiliyorsunuz
kendisinde, genelde olumsuz cevapları tebessümle oluyor. Hafif sinir bozucu
tabii bu.
Her gittiğimde daha da yumuşuyor yine
de adam. Başlarda soğuk bir “hoş geldin”di, sonra hafif tebessüm. En son gittiğimde
adam gülerek “hoş geldin” dedi. Haftaya yine gitsem “hahaha lan ne adamsın”
gülüşü yapacak. Kahkaha hiç olmayacak ama.
En son tek gittim, öğlen vakti
uğradım, akşam için sözleştik. Dediğim saatte oturdum. “Salatanın küçük olma
ihtimali var mı?” şeklinde, cevabını bildiğim soruya “Hayır.” diyor. Meyven var
mı diyorum, “Yok.” diyor. Bir şey sipariş ediyorum, sonra “Fazla olur mu, başka
şeyler de yiyeceğim.” diyorum, “Ne kadar aç olduğunu bilmiyorum.” diyor. “Biraz
da suyuma git pezevengin evladı.” diyemiyorum kendisine.
Muhtemelen Türklerden çok
hazzetmiyor; ama bence aynı derece Yunanlılardan da hazzetmiyor. Kendi içinde
sistemi oturtmuş.
Adamla fotoğraf çektirmek
istiyorum, ona da cesaret edemiyorum, ortaokul lise zamanımın babası gibi oldu
adam, çekiniyorum adamdan. Konuşuyorum adamla, diyorum ki “Bu adam beni
seviyor”. Ben de onu seviyorum, saygı duyuyorum, otoritesini kabul ediyorum
yani Hristo’nun.
Birkaç yıl önce kızımıza hafif
tebessümle baktığında, herhâlde bir iltifat veya “Okula gidiyor mu?” şeklinde
soru beklerken, “Sandalyeye çıkmazsa sevinirim.” diyor. Bizi uğurlarken yine
hafif tebessüm ediyor, “Aykut Kocaman’ın çılgın gol sevinci” gibi.
Neyse, bu da böyle bir insan,
kötü değil, ama bende kahkaha attırma veya “Eee ne var ne yok?” şeklinde soru
sordurma isteği var adama karşı. Yoksa, “Ne yaptınız Pazarkule’den mi
girdiniz?”, “Şimdi Euro kaç TL’ye tekabül ediyor?” diye sormasını beklemiyorum.
WhatsApp’ını verdi Haziran ayında gittiğimizde. “Önden mesaj atarsan rezervasyon için, yardımcı olurum.” dedi. Ben sordum da dedi tabii. Yani, “Yahu kardeş, sürekli geliyorsun, istersen WhatsApp’tan ulaş.” demedi yani. Şimdi bu yazıyı adama WhatsApp’tan göndersem mi? Google Translate marifetiyle bitirir işi. Sonra nah girerim o sokağa.
Neyse, bana yazı yazdırdın ya
Hristo, iyi noeller abiciğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder