26 Aralık 2024 Perşembe

Dedeağaçlı Hristo

 


Bu bir gezelim görelim yazısı değil. Bir şahıstan bahsedeceğim bu yazıda. Kahramanımızın adı Hristo, Dedeağaç’ta restoranı var. Bu bir yiyelim içelim yazısı da olmadığı için, restoranın adını da söylemeyeceğim.

Yılda birkaç kez gittiğim Dedeağaç’ta, yıllar önce, bilindik yerler dolu olduğu için yemek yemeye yer ararken denk geldiğimiz o restorana sonra sürekli gider hâle geldik. Daha sonra bilindik yerlerin lezzetinin düştüğüne de, fiyatlarının son derece “kazıki” olduğuna da şahit olduk. Hristo’nun yeri akşamları ilk başvurduğumuz yer oldu bu nedenle. Bilindik yerler “kazıki” olduğu kadar samimiyetsiz de, Türkleri kazıklama üzerine yani. Lezzetleri de Hristo’dan fazla değil. Çeşidi ve spesiyali bol olabilir belki onların. Bu abimizin ise hem yemekleri lezzetli hem de daha uygun, bayağı uygun hatta. Hep de mutlu etti bizi.

Eskiden boştu restoranı, sonra Yunan’a “mevsimlik göçler” başladığı için daha da dolmaya başladı, hele yazın sokağa ilave sandalyeler de koymak zorunda kaldı abimiz.

Adamın tipi, Bron/Broen dizisinden bildiğimiz Kim Bodnia’ya benziyor. Sürekli o var restoranda, ciddi bir duruşu var adamın. Ara ara tebessüm kalıntılarına rastlayabiliyorsunuz kendisinde, genelde olumsuz cevapları tebessümle oluyor. Hafif sinir bozucu tabii bu.

Her gittiğimde daha da yumuşuyor yine de adam. Başlarda soğuk bir “hoş geldin”di, sonra hafif tebessüm. En son gittiğimde adam gülerek “hoş geldin” dedi. Haftaya yine gitsem “hahaha lan ne adamsın” gülüşü yapacak. Kahkaha hiç olmayacak ama.

En son tek gittim, öğlen vakti uğradım, akşam için sözleştik. Dediğim saatte oturdum. “Salatanın küçük olma ihtimali var mı?” şeklinde, cevabını bildiğim soruya “Hayır.” diyor. Meyven var mı diyorum, “Yok.” diyor. Bir şey sipariş ediyorum, sonra “Fazla olur mu, başka şeyler de yiyeceğim.” diyorum, “Ne kadar aç olduğunu bilmiyorum.” diyor. “Biraz da suyuma git pezevengin evladı.” diyemiyorum kendisine.

Muhtemelen Türklerden çok hazzetmiyor; ama bence aynı derece Yunanlılardan da hazzetmiyor. Kendi içinde sistemi oturtmuş.

Adamla fotoğraf çektirmek istiyorum, ona da cesaret edemiyorum, ortaokul lise zamanımın babası gibi oldu adam, çekiniyorum adamdan. Konuşuyorum adamla, diyorum ki “Bu adam beni seviyor”. Ben de onu seviyorum, saygı duyuyorum, otoritesini kabul ediyorum yani Hristo’nun.

Birkaç yıl önce kızımıza hafif tebessümle baktığında, herhâlde bir iltifat veya “Okula gidiyor mu?” şeklinde soru beklerken, “Sandalyeye çıkmazsa sevinirim.” diyor. Bizi uğurlarken yine hafif tebessüm ediyor, “Aykut Kocaman’ın çılgın gol sevinci” gibi.

Neyse, bu da böyle bir insan, kötü değil, ama bende kahkaha attırma veya “Eee ne var ne yok?” şeklinde soru sordurma isteği var adama karşı. Yoksa, “Ne yaptınız Pazarkule’den mi girdiniz?”, “Şimdi Euro kaç TL’ye tekabül ediyor?” diye sormasını beklemiyorum.

WhatsApp’ını verdi Haziran ayında gittiğimizde. “Önden mesaj atarsan rezervasyon için, yardımcı olurum.” dedi. Ben sordum da dedi tabii. Yani, “Yahu kardeş, sürekli geliyorsun, istersen WhatsApp’tan ulaş.” demedi yani. Şimdi bu yazıyı adama WhatsApp’tan göndersem mi? Google Translate marifetiyle bitirir işi. Sonra nah girerim o sokağa.

Neyse, bana yazı yazdırdın ya Hristo, iyi noeller abiciğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder